Öykü: Mutlak Şüphe
İnsan kaç yaşında olursa olsun büyüyen sadece bedeni. Yaralı bir ruh illa ki teselli ister, sevdiğinin kucağına sığınıp yaralarını unutmak ister. Hatta bir çocuk gibi hırçınlaşıp ağlamak, tutturmak ister.
Arzu Anlar Saraç
“Oysa hep yanımdasin, seninle her şey yanımda Kirip dökük de olsa yanımda Mesela çok sevdiğin bir deniz bile yanımda O deniz ki aramızda hiç kımıldamadan Erkeğini iyi tanıyan bir kadın gibi yorgun.
Edip Cansever”
Ben hasta değilim. Herkes öyle olduğumu düşünse de değilim. Bana bakışlarından anlıyorum; tedirgin, ürkek, kaçamak. Hayatımı aklımla kazandığım onca yıla ihanettir bu. Açıkça söyleyemeseler de biliyorum; arkamdan konuşuyorlar. Üstelik üzülüyorlar hatta belki acıyorlar bana. Duyuyorum fısıltılarını;
“Profesör Deniz Aydın, fakülteden ayrılıyor çünkü delirmiş.Vah vah, tüh tüh!”
En acısı da bu elim vaziyetin sebebinin o olması. Adını anmak istemiyorum zira o ada layık değil. Her sabah yanımda uyanmasına rağmen onu çok özlüyorum. Cismaniyet önemsizdir. O benim için yaşayan bir heykelden farksız artık. Konuşan, eskisi gibi gülümseyen, aynı yemekleri yapan, piyanoda aynı besteleri aynı uzun ince parmaklarıyla çalan, aynı aşkla bakan ve aynı sabırla ona dönmemi bekleyen. Yolun sonuna gelmiş olmanın verdiği tutunma çabası olsa gerek insan sevdiğini ömrünün sonuna doğru daha bir yanında istiyor.
Yirmi beş yıl önce tanıştık. Öğrencimdi. Ben kırklarında, orta yaş sendromunun zirvesini yaşarken, o hayatının ilk yazında henüz yirmi üç yaşında pırıl pırıl bir gençti. Uzun boylu, esmerdi ve insana adını unutturacak kadar güzel çekik gözleri vardı. Arkadaşlardan birinin odasında iki tek atıp doçentliğimi kutluyorduk. Fakültenin lobisindeki kuyruklu piyanonun sesiyle kahkahalarımız bölündü. Müziğe kilitlenmiştik. Kimin çaldığını görmek için dışarı çıktık. Onu gördüğümde dünyadaki tüm sesler sustu. Elleri tuşlarda gezinirkenki kendine hakimiyeti, notaların hareketiyle yüzünde bir belirip bir kaybolan duyguların geçişi, etrafını sarmış olan öğrenci kalabalığının hayran bakışları ve son notaya dokunmasıyla gelen alkış tufanına karşılık yaptığı reverans beni büyülemişti. Kafasını kaldırıp bize doğru baktı. Yaşından beklemeyecek bir olgunlukla çapkınca gülümsedi. Ben yaşımı unutup, yeni yetmeler gibi kızardım. Sonrası malum... Koridorlarda karşılaşmalar, kaçamak bakışlar, çaktırmamaya çalışırken ki sakarlıklar ama illa ki öldüğünü sandığım kalbimin ritmindeki tutarsızlıklar. Uzun süre onun rüzgarına kapılmamak için köşe bucak kaçmama rağmen o güçlü bir inatla karşıma dikildi. Ne yapıp edip her dönem bir dersime geldi. Anlatmaya çalıştım, olmaz dedim, sen daha yolun başındasın ben pılımı pırtımı topladım bu hayattan. Olur dedi, kalp severse engel yoktur. Dediği gibi de oldu.
Bugün eşyalarımı toplamak için fakültedeki odama çıkarken her adım başında o günlere döndüm. Onu ilk gördüğüm o piyanonun önünde durdum. Eşyanın tabiatında vardır, insandan çok daha yavaş yaşlanır. Hala eskisi gibi pırıl pırıl duruyordu yerinde. Şimdi daha genç parmaklar dolanıyor üzerinde. Başka başka bakışlar birleşiyor koridorlarda; daha taze, daha dinç. Birileri birilerine yine aşık oluyor ve biz hızla eskimeye devam ediyoruz. Kırılmaz bir döngü bu.
Odamdan sadece kendi yazdığım kitaplarımı aldım. Dekanın odasına girdiğimde arkadaşlar beni bekliyordu vedalaşmak için. Hepsinden nefret ediyordum. İçten içe hep kıskandılar bunca yıl beni. Başarılarımı, genç eşimi, mutlu evliliğimi...
Normalde eve gidip ona sığınırdım. İnsan kaç yaşında olursa olsun büyüyen sadece bedeni. Yaralı bir ruh illa ki teselli ister, sevdiğinin kucağına sığınıp yaralarını unutmak ister. Hatta bir çocuk gibi hırçınlaşıp ağlamak, tutturmak ister. Ama benim gideceğim biri yok artık. Aynı evde başka biriyle yaşıyorum şimdi. En kötüsü de kimseyi buna inandıramıyorum.
Yüzü aynı, sesi aynı, dokunuşu aynı ama içindeki ruh benim sevdiğimin ruhu mu? Asla. Kastettiğim şey onun zamanla değişip başkasına dönüşmüş olması değil. Tastamam başkası olması. Kimsenin görmediği izlerimi tanıyor, anılarımızı, arkadaşlarımızı, sevdiğim yazarları biliyor. Ama tanıdık bir yüzle karşımda dikilip sahte bir hüzünle bana bakan gözlerin ardındaki o olamaz. Olsa hissederdim.
Dokuz ay önceydi. Fakülteden eve dönerken siyah bir araba hızla gelip bana çarptı. Hafif bir kafa sarsıntısından başka bir şeyim yoktu fakat bir hafta kadar uyuttular beni. Eve döndüğümde O hariç her şey aynıydı. Birkaç gün şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalıştım. Sonra emin oldum. Yirmibeş yıl geçmesine rağmen hala yanında kalbimin atışının değiştiği o adam değildi artık. Böyle bir şeyi ispatlayamazsınız sadece bilirsiniz. Şimdi düşünüyorum da belki de bu yürüttüğüm bilimsel projelerin peşinde olan bir örgütün suikast girişimiydi. Başarılı olamayınca beni izlemek için onu tıpatıp bir benzeriyle değiştirip evime soktular. Yada bilmediğim bir ikizi olabilirdi belki. Yaşlandım ve işin doğrusu epey bir malvarlığım var. Kim kolay para istemez ki?
Tedirgin davranışlarımdan anlamış olacak gerçeği farkettiğimi sezdi. Şüpheci bakışlar, anlamsız sorular, gereksiz bir yakınlık...
“Doktora ya da terapiste gidelim. Benimle konuşamıyorsan onunla konuşursun.”dedi.
Başta bunun bir kafa karışıklığı olduğunu düşündüm ama değildi. Uzun bir süre evde kaldım. Onu ciddiyetle izledim. Bu kadar iyi oynayabileceğini tahmin etmezdim. Hollywood’a taş çıkartır. Bir gün ilaçlarını almaya gidiyorum diye ayrıldı evden. Bir süre sonra telefonum çaldı. Soğuk bir sesle cevap verdim. Aman Allahım bu oydu! Sevdiğim, ömrümü adadığım adamdı. Ne dediğini bile duyamadım, sanırım şok geçiriyordum. Ağlamaya başladım. Olanları anlattım. Nerede olduğunu sordum. Onu çok özlediğimi, beni ona benzeyen bu adamdan kurtarmasını istediğimi söyledim. Telefonu kapattı. Yarım saat sonra kapıda bir ambulansın acı sirenlerini duydum. Gelip beni aldılar. Hastane, doktor, terapi derken aylar geçti. Doktorlara anlattım inanmadılar. Bunun bir tür paranoid psikoz olduğunu genellikle fiziksel travmayla oluşan lokalize bir beyin lezyonu sonucu ortaya çıktığını anlattılar. Capgras sendromu diye uyduruktan bir teşhis koydular. Nasıl güçlü bir örgütle karşı karşıya olduğumu o an anladım. Doktorlar apaçık satın alınmıştı. Ancak inanmış gibi yaparak hastaneden kurtulabilirdim. Öyle de yaptım. Şimdilik beklemedeyim. Ama ben de boş değilim elbet. Ne yapıp edip en az zararla bu cendereden çıkmayı beceririm. Ben ki; Deniz Aydın, bu saçları değirmende ağartmadım.
Коментарі