top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Öykü: Ölü Bakış

Yazarın fotoğrafı: LiteraLitera

"Sabahın sisi, ayazı üzerimize iyice boca edildikten sonra servisin sıcaklığında çözülen bedenlerimizin aksine, uyuşan, mayışan ruhlarımıza inat bir mesai günü daha başlıyordu."


Ahmet Turan


Yanımdan geçiyorlardı. Teker teker, bedenimden sızan koyu kırmızı birikintinin üzerinden atlayarak bana bakmadan geçip, makinelerin uğultusunda kaybolmak için birbirleri ile yarışıyorlardı. Hepsinin gözlerinde kayıtsız bir bakışa teslim olmuş çaresizliğin izlerini görebiliyordum. Onlar görmüyordu bunu ben görebiliyordum. Öldüğüm yerde, koyu kırmızı bir yalnızlığın dibinde gözlerim açık, onları izlemenin korkunçluğunda ben her şeyi görüyordum. 

Asıl korkunç olan bendim. Tonlarca ağırlığı bir çırpıda kaldıran makine üzerime devrilip bedenimi yamyassı etmişti. Bir tek gözlerim açıkta kalmıştı. Vücudumu tanıyan var mıydı içlerinde acaba? Zannetmiyorum. Kimse birbirini gözlerinden, isminden bile tanımıyordu ki! Her şey her zaman olduğu gibi yine sıradan bir sabahın karanlığında başlamıştı. 


Sabah, gece ile gündüz arasındaki o boşlukta sallanarak herkesi daha doğrusu mahalledeki işçi tayfasını uyandırıyordu. Bel ağrıları, baş ağrıları ve uykusuzluğun mıhlandığı bedenler ayaklarının sürüklenmesine paralel sürüklenerek, sabahın ışıksız ilk ışıklarına doğru kayboluyorlardı. Herkes aynı istikamette ama farklı yönlere doğru yönelip, aynı duraklarda birleşiyordu. Sabahın kendine has kokusuna karışan servis araçlarının homurtulu egzoz dumanları, aydınlık bir gün umudunu da pusa boğuyordu. 

Bizim fabrikanın servisi geldiğinde ağzını bıçak açmayan diğer işçilerle birlikte, sigaramdan son nefesi de içime çekip aracın en dip köşesine yerleştim. Sabahın sisi, ayazı üzerimize iyice boca edildikten sonra servisin sıcaklığında çözülen bedenlerimizin aksine, uyuşan, mayışan ruhlarımıza inat bir mesai günü daha başlıyordu. 

Tiz biçimde içeriyi kaplayan müziğin sesi, uyanamamış bedenlerin üzerine kederle yağıyordu. Herkes yarı uykulu yarı uyanık geçim gailesinin peşine takıldıkları yeni bir güne başlamanın tedirginliğini taşıyordu. O tedirginliği gözlemlemek nedense bana da suçluluk duygusu ile karışık bir haz veriyordu. Kendi gailemden uzaklaşma hissi yaratan anlık hazlardı bunlar. 

-“Ah! Ah!’’ diye önce tiz sonradan gürültü kıvamına dönüşen bir inleme duyuldu en önde oturan işçilerin birinin dudaklarından. Kim bilir içinden ne kopup gelmişti? Dışa vurması zor olan bazı şeyler vardır. Hele ki bu zindan karanlıkta, sabahın en kör vaktinde ekmek için yola düşenlerin yüreği ile bilinci arasında dile gelmeyen o bazı şeyler soluk bir ah sesi ile dökülür dudaklardan ve yaklaşık 40 işçinin olduğu servis minibüsünün içinde parçalanarak kaybolur.

Parçalanarak kaybolan bütün ahların arasında benim payıma düşen hangi ah ülenmesiydi acaba? Eşimin hastalığı mı? Çocuklarımın okuldan sonra eve katkı için saçma sapan sürüklenmeleri mi? Yaşım dayanmış nerdeyse altmışa, hala sabahın mahzen vaktinde yola düşüp rızık peşinde debelenmek miydi bu ah? İki çocuğumun merhametinden sızan benden para istememek için kendi başlarının çaresine bakıp, gece yarılarına kadar sürüngen misali yıpranmaları mıydı? Yanında kimse olmadan yalnız başına haftanın üç günü şehrin öte tarafındaki hastaneye ağrılarını sırtlanarak iki büklüm gidip gelen eşimin ahı mı?

Tüm bu ahların ortasında servisteki kırk kişinin alınlarından geçen gerginliği tıkanan trafik süslemiş, servis aracı en büyük ahı almış gibi üç şeritli yolda en ortada sıkışmış kaderine razı bekliyordu. Cam kenarında oturanların trafiğe uykulu gözlerle bakışı sorunu çözecekmiş gibi buğulu camların eriyiğinde kaybolan yüzlere bakarak düşüncelere dalmaya devam ettim. Her sabah boğulduğum ama dalmaktan vazgeçmediğim düşüncelere..

Sıkışan servis aracı aniden akmaya başlayan trafikte o hıza ayak uydurarak yerinden ok gibi fırladığında en son hangi düşüncede asılı kaldıysam oradan aşağı yuvarlanıverdim. Yuvarlandığım yerde serviste bulunan tüm emekçi arkadaşlarımın düşünceleri parçalanarak yerlerde yatıyordu. En son hangi düşüncede kendimi bulmaya çalıştıysam kayboldum. Oğlumun bir kahve zincirinde çok ağır koşullarda çalıştığı aklıma gelmişti. Hayatımdaki tüm ağırlıklar getirdikleri hüzünler ile birlikte her sabah olduğu gibi bu sabah da üzerime çullanıyordu.

Çullanmanın zirvesindeyken yaklaşık bir buçuk saat süren eziyet sona ermiş, servis aracı ilk hareket anındaki mahmurluğunu üzerinden hala atamamış bir şekilde aheste aheste fabrikanın işçi giriş kapısına yanaştı. Kalabalıktı her yer. Çok kalabalık. Fabrikanın kampüsü dört ana yola ayrılan adeta ahtapot kolları gibi bizi çepeçevre saran bir yapıya sahipti. Karıncalar misali servislerden inen işçilerin hepsi farklı bir yöne aynı kalabalığın yarattığı hengame ile dağılarak gözden kayboldular. 

Dışarının ayazı ile fabrikanın sıcağı arasında bedenlerimiz çözülmeye başlamıştı bile. İçerinin o korkunç sıcağı normal bir sıcaklık değildi. Yani biz işçilerin rahatı, konforu ya da bu ayazda ısınmamız için değildi fabrikanın sıcaklığı. Üretim, üretim, sürekli üretimin oluşturduğu sarmalın, çıkışsızlığın sıcağıydı. Bin beş yüz işçinin sıcağıydı. İnsan boyunu aşan selüloz yığınları, üretilen kağıtların yığıldığı devasa depoların içinden geçerek çalıştığım forkliftin başına nihayet ulaşabilmiştim bu sabah da. O bana baktı ben ona sessizce selamlaştık makineyle. Akşama kadar o da fazla mesai olmazsa, sayısını bilmek istemediğim kadar rulolarla dolu bu depoyu tek başıma mı boşaltacaktım? 

Çalıştığım forkliftin boyu benim boyumun nerdeyse üç katı, öndeki dişlileri ile birlikte düşlerime bile giren canavarsı görüntüsüyle birleşince sabahın ilk ışıklarında kaygının en tepesinde olmamam için hiçbir sebep yoktu. Yıllardır olduğu gibi kaygıyı alnımın orta çizgisine yerleştirip işe başlamaya hazırdım sanki. Beş dakika vardı mesainin başlamasına, üç saat hiç molasız çalışmanın cehennemi varlığına…

Beş dakika içinde iş elbisesini giyip forkliftin başında hazır olmanın getirdiği kaygı ve bu kaygının tetiklediği hız ile hareket ederek çarçabuk hazırlandım. Daha bir buçuk dakikam vardı. Bu bir buçuk dakika içinde ise forklifti çalıştırıp üzerinde hazır bir şekilde yükleri taşımak için beklemem gerekiyordu. Beklemenin huzursuz telaşı içinde ay sonuna doğru zamanın akışını nasıl değerlendireceğim içimi kemiriyordu. 

Bir buçuk dakika sona erince forklifti çalıştırıp ilk kağıt balyasını almak üzere manevramı yaptım. Manevramı yapınca forkliftin sol arka tekerleğinde bir vınlama sesi işittim. Sanki teker yerinden çıkıyor gibiydi. Hemen aşağıya indim. Soluğu ustabaşının yanında aldım. Durumu izah edince bana gergin biçimde ; “Defalarca yetkililere forkliftlerin bakımdan geçmesi gerektiğini izah ettim söyledim ama beni dinlemiyorlar maalesef,’’ cevabını duymamla tekrar işimin başına dönmem arasındaki şaşkınlık evremde kafama üşüşen tüm olasılıkları bertaraf ederek iyi niyet kalkanı ile kendimi donandırıp, çalışmaya devam ettim. Vınlama da çalışmaya devam ediyordu. Vınlamanın sinir bozucu sesinde sessizliğimle kağıt balyalarını yüklenerek üç teker üzerinde tedirginliğimi sınamak, anlatılmaya hem de anlatamamaya dair bir çıkışsızlıktı. Ne yaşıyordum ben? Çalışıyordum evet ama nerede ve nasıl? Vınlamanın deliliğinde kağıt balyaları arasında küçülerek çalışıyordum. Küçülerek çalışmanın o gürültülü kırılganlığında sanki forkliftin altında eziliyordum. 

İki balyadan sonra bir üçüncü balyayı almak için yavaşça manevra yaptım, makineyi arkasına döndürmem ile birlikte sol arka tekerlekteki vınlama beni birden bire nasıl olduğunu anlamadığım biçimde altına aldı ve ezdi, anında, hiç yorulmadan, birdenbire ezdi ve olduğum köşeye öylece bırakıverdi. Üzerime devrilen makinenin altında, kendi ağırlığı bir yana balyanın da ağırlığı altında ölü bakışlarımla hiçliğe doğru evrilirken, diğer işçi arkadaşlarım sanırım o hengamede sadece vınlamayı duyup, aynı vınlama onların da kulaklarında daimi olarak çınladığı için beni görmeden geçip gidiyorlardı. Gidiyorlardı beni görmeden…

3 comentários


sohbetchat
10 saat önce

Sohbet Odaları kültürler ve sınırlar arasında anlamlı bağlantılar kurulmasını sağlayacak küresel bir topluluk yaratmak.İlgi alanlarınıza uygun kişileri bulun, arkadaş ekleyin, iletişimde kalın! Yabancılarla tanışın ve yeni arkadaşlar edinin.

Curtir

sohbetchat
10 saat önce

Mobil sohbet kullanıcıların cep telefonları üzerinden anlık sesli ve yazılı görüntülü iletişim kurmalarına olanak sağlayan platformlardır.Android uyumlu dokunmatik ekran akıllı cep telefonları, tablet, ipad, iphone gibi Mobil cihazlarla tek bir tıkla Mobil Sohbet’e katılabilırsıniz.

Curtir

sohbetchat
10 saat önce

https://www.gevezeyeri.com/ guzel makale olmus

Curtir
bottom of page