top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Yükler

"O an, evin her köşesine sinmiş, yaşamamıza fırsat vermeyen bu yasın, bir daha gün ışığına çıkmamak üzere kalın, ağır bir kapağın altında kalmasını diliyorum."


Nesrin Erek


Bir sıcaklık. Açıyorum gözlerimi, güneş ışığı perdenin aralığından yüzüme vuruyor. Duvardaki saate bakıyorum, dokuzu geçmiş, cumartesi nasılsa, dudağımı büküyorum. Üzerimdeki pikeyi yana itip sırtüstü dönüyorum. Dinlenememişim sanki. Uzatıyorum bacaklarımı, kollarımı iki yana açıyorum. Çarşaftaki kır çiçeklerinde gezdiriyorum ellerimi, babamın bana her bahar yaptığı çiçek taçları gözümün önüne geliyor, başıma takıp koklayışları... Saçımı bir daha okşayamayacağını bilmek ne kötü, komodinden bir peçete alıyorum. Tavanın köşesindeki kabarmış boyalara ilişiyor gözüm, kaçak var tesisatta demek. Ustayı çağırmalı yine. Bir parça boya, pencereden giren esintiyle nefes alıp verir gibi hareket ediyor. Kıvrımları solmuş lacivert kadife perdeler de eşlik ediyor ona. Yüzüme düşmesin boya, sağ tarafına doğru kayıyorum yatağın. Annemin ayak sesleri geliyor yukarıdan. Babamın odasında yine, onun hediyesi ince topuklu terlikleri döşemede çınlıyor. Çocukluk işte, bana aldığı neden anneminki gibi değil diye küsmüştüm babama, her şeyin en güzelini ona alıyorsun demiştim. Pencereye yaklaşıyor adımları, bir gıcırtı duyuluyor, camı açmış olmalı, menteşeleri yağlamayı yine unuttuğum aklıma geliyor. Durdukça başımıza türlü işler açan bu eski evden nasıl kurtulacağız bilmiyorum. Daha fazla beklersek alacak kimse de bulamayacağız. Ben hayattayken olmaz diye diretiyor annem, otuz yılım geçti burada, hatıralarımdan uzak yaşayamam ben. Yaşamak mı bu? Anıları canlı tutmaya çalışmakla hiçbir şey değişmeyecek oysa. Sanki babamı geri getirecekmiş gibi sürdürmeye çalıştığı bu hayatın, günden güne içine gömüldüğümüz bir bataklığa dönüştüğünü göremiyor. Teybi açıyor. 

      Belki bir şarkının her sesinde

      Belki bir sahil meyhanesinde

      Belki de içtiğim sigaranın dumanısın.


Bıkmadı aynı şarkıyı dinlemekten, başıma çekiyorum pikeyi, olmuyor, kulaklarımı kapıyorum ellerimle. Yan dönüyorum, büzüşüyorum iyice. Sürekli aynı şeyleri yapmasına dayanamıyorum. İkide bir onun giysilerini çıkarıyor gardıroptan, balkonda havalandırıp tekrar yerleştiriyor. Kullanan varmış gibi her hafta temizliyor odasını, kitaplarının, eşyalarının tozunu alıyor. O odaya bir kapandı mı çıkmak bilmiyor. Bu şarkıyı hep başa sarıyor.

      Geçmiş değil, bugün gibi

      Yaşıyorum hala seni

      Sen hep benim yanımdasın.


Bunalıyorum pikenin altında, sesi engellemiyor, atıyorum onu üzerimden. İyice garipleşti son zamanlarda şu annem, hayallerde, rüyalarda gezinir gibi dalgın. Hangi gündü, geçen salıydı galiba, geldiğimde bahçedeydi, fark etmedi beni. Kendi kendine söyleniyordu oturduğu yerde. Baş edemiyorum artık diyordu. Neydi kastettiği, onun yokluğu mu, kendini bu eve hapsedişi mi, yoksa ondan sonra yaşanmayan bir hayatın yükü mü. Bir bıkkınlık var gibi üzerinde, belki de ne yapacağını bilememenin boşluğu. Ne berbatmış şu ölüm, yalnızca babamı değil, bizi de sürükledi peşinden. Aslında biraz uzaklaşabilse buradan annem, yeniden verebilse kendini sevdiği şeylere, önceden gittiği kurslara başlasa ya da bir tatile çıksa… Bir şey yapsın, o odadan bir çıksın da…


Telefonumun ışığı yanıyor, bakıyorum Orhan yazmış. Babasının bir haftalığına bizde kalıp kalamayacağını soruyor. Ne oldu acaba, bir sorun mu çıktı onların yazlıkta, zorda kalmış olmasa istemez bunu. Olur tabii ama hayırdır diye soruyorum. Bir şey yok, kuzenim arkadaşlarıyla tatile geliyormuş, ev küçük biliyorsun, bir saate sizdeyiz o zaman diye yazıyor.


Doğruluyorum yatakta, alamamışım uykumu esniyorum. Biraz daha yatsam, olmaz ama şimdi, kalkıyorum. Haber vermeliyim anneme. Yukarıya, yanına çıkıyorum. Odanın kapısını kapamamış bu kez, dolabın önünde toz alıyor. Kapının pervazına yaslanıyorum. Benim stajyerle babası gelecek birazdan, İhsan Amca yan odada kalacak bu hafta diyorum. Okulu açılmadı mı Orhan’ın diye soruyor, sesi boğuk. Ankara’ya bu akşam gideceğini söylüyorum. Oda boş duruyor nasılsa, kalsın tabii diyor. Başını bana çevirdiğinde gözleri nemli. Yüzünde hep bu acıyı görmek yüreğimi sıkıştırıyor. Kendini böyle eve kapamasının, daha ne kadar süreceğini soruyorum. Hemen kaçırıyor gözlerini. Şarkı devam ediyor.

      Sanki hiç bitmemiş hep var gibi

      Bir sırrı herkesten saklar gibi

      Sessizce sokulup ağlar gibi yanımdasın.


Beni duymamış ya da ne diyeceğini bilmiyormuş gibi pipoların tozunu almayı sürdürüyor.  Bu sessiz kalışları bir son bulsa. Halimizi görse babam kızardı bize diyorum. Elindeki pipoyu bırakıp kutudaki gümüş çakmağı çıkarıyor. Şarkıyı mırıldanıyor.

      Gündüzümde gecemdesin

      Çalınmasın, söylenmesin

      Sen benim şarkılarımsın.


Masanın önündeki sandalyeye oturuyorum. Kabul etmelisin anne faydası yok dediğimde, gözleri doluyor, dudağının kenarı seğiriyor. O yok artık, hiçbir şey değiştiremez bu gerçeği, üzerimize karabasan gibi çökmüş bu evin, bu eşyaların altında, göçükte kalmış madenciler gibiyiz diyorum. Kutuyu eline alıyor, içindeki kırmızı süeti düzeltiyor parmakları, usulca bırakıyor çakmağı, kapağını kapıyor kutunun. O an, evin her köşesine sinmiş, yaşamamıza fırsat vermeyen bu yasın, bir daha gün ışığına çıkmamak üzere kalın, ağır bir kapağın altında kalmasını diliyorum. Elindeki bezi masaya bırakıp babamın koltuğuna oturuyor. Uzanıp teybin tuşuna basıyor. Müzik kesiliyor. Gözlerime bakıyor, dudağındaki tik artıyor. Ellerini, masanın üzerinde birbirine kenetliyor. O da istemezdi böyle olmasını, biliyorum, diyor. Söylediği şey şaşırtıyor beni, bir an için, bu evle, bu eşyalarla kurduğu ömür tüketen bağdan vazgeçeceği hissine kapılıyorum. Ellerini tutuyorum. Gözlerini odada gezdiriyor, çok düşündüm ama her defasında onun düzenini bozma fikri sanki anılarımıza bir ihanet gibi geldi bana, diyor. Tam ağzımı açacakken zil çalıyor. Bırakıyorum ellerini, kalkıyorum. Ben iniyorum, sonra konuşuruz diyorum anneme. Kahvaltı hazırdı, iki tabak daha ekle geliyorum, diye sesleniyor odadan.


İlk kez görüyorum Orhan’ın babasını, çok benziyorlar birbirlerine. Üzgün gibi bir hali var, Orhan bu akşam gidecek diyedir belki. İkide bir onu misafir edeceğimiz için teşekkür ediyor. Laf lafı açıyor, konuştukça rahatlıyor. Kahvaltı boyunca ailesini anlatıyor, çok doluyum diyor, yüküm çok ağır. Orhan’a bakıyor bir ara, elini onun omzuna koyuyor. Oğlumla yeğenimden başka kimsem kalmadı hayatta diyor. Annemle göz göze geliyoruz, hafifçe gülümsüyorum ona, bir yandan içim kanıyor. Bir yıl arayla kaybetmiş babasıyla annesini, annesinden birkaç hafta sonra da abisini. Birinin acısını atlatamadan diğeri eklendi derken gözleri yaşarıyor. Annemin peçeteye giden elini fark ediyorum, onun da gözleri nemlenmiş, boğazım düğümleniyor. Gözlerini, burnunu siliyor annem, babamdan bahsediyor, benim de paylaşacaklarım var aslında, konu babam olunca sıra bana gelmiyor, bu evde gözyaşları kurumak bilmiyor. 


Af dileyerek kalkıyor İhsan Amca yerinden, yeter bu kadar, sizi de üzdüm, diyor. Kapıya yöneliyor, ona yardım etmemiz için Orhan’la beni araçların yanına çağırıyor. Anneme masayı birlikte toplarız sonra diyorum, hava al biraz sen de. Dışarıya çıkıyoruz, bahçe kapısının önündeki banka oturuyor. Orhan bagajları açıyor, eşya dolu içleri. Bir hafta için ne çok şey. İhsan Amca bazı eşyaları bana, bazılarını da Orhan’ın arabasına konmak üzere ona veriyor. Bana verdiklerini kalacağı odaya götürüyorum. Ne oldukları anlaşılan eşyalara şaşırmadan edemiyorum. Bir kanunla, bir akordeon var içlerinde, siz mi çalıyorsunuz bunları diye soruyorum. Babam diyor, çok güzeldi annemin sesi de, bir duysanız dinlemeye doyamazdınız. İç çekiyor birkaç kez, Orhan’ın bagajına koyuyorlar onları. Hayli yıpranmış bir bavul, boncuklarla süslü bir abajur, jelâtinleri parlayan kutularda zarif fincan takımları, çok eski bir pikap, düzinelerce plak ve şeffaf bir plaj çantasının içinden görülen rengârenk kumaşları da Orhan’a veriyor. Bagaj doluyor, Orhan aldıklarını arka koltuğa yerleştiriyor artık.  


Yüzündeki teri siliyor İhsan Amca, dağılmış saçlarını düzeltiyor. Şaşkınlığımı fark ediyor. Yokluklarını kabullenince, hiçbir zaman kullanamayacakları şeyleri saklamanın anlamsızlığını da fark ettim diyor. Çok düşündüm, boğuluyorum, yaşayamıyorum bunca anının içinde, baş edemiyorum. Durmasınlar gözümün önünde, delirmekten korkuyorum, Ankara’daki eve gönderiyorum hepsini. Annem yanımıza geliyor, yüzü bir tuhaf, haline acımış gibi bakıyor İhsan Amca’ya, gözleri eşyalarla onun arasında gidip geliyor. Aracın yanından geçip ön kapıyı açıyor İhsan Amca, içeriye eğiliyor. Doğrulduğunda elinde bira kutusu, açıyor onu, denize bakarak birkaç yudum içiyor, terini yine siliyor elinin tersiyle. Orhan’ın bagajını işaret ediyor, Orhan’la yeğenim ne yapacaklarsa yapsınlar bunları, ister satsınlar para edecekleri, isterlerse de saklasınlar, beni bu yüklerden kurtarsınlar yeter. İhsan Bey diye yavaşça sesleniyor annem, başka bira var mı? Başını sallıyor o da, araçtan bir tane daha alıyor. Birayı kafasına dikiyor annem, gözleri evin üzerinde. Kutuyu ağzından çekince omzumu tutuyor, gitmiş yüzündeki tuhaflık. İlana koyalım evi, hem de eşyalı, diyor. Başımı sallıyorum. Biradan büyük bir yudum daha içiyor, bir karavan alacağım kendime.

Comments


bottom of page