top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Öykünün Ve Öykücülüğün Neliği Üzerine

"Çocukken herkesten daha mı yalnızdı öykücüler? Veya masalcıların ellerinde mi büyümüşlerdi? Dünyada canı en çok sıkılanlar mı öykücü oluyordu?" Özgür Çırak, Dünya Öykü Günü Foça Buluşması'nda öykü yazarının neliği ve kimliği üzerine düşünüyor.


Özgür Çırak



“Kendimi bambaşka bir mesleğe hazırlamıştım. Hatta şiir yazan, roman yazan arkadaşları bu marazi hassasiyetlerinden ötürü küçümserdim de. Ama kader işte… İlkin Ankara Radyosu’na şakacıktan skeçler gönderdim. Art arda hepsi oynanınca bir de hikâye deneyim dedim. Nam-ı müstearla Yedi Gün’e yolladığım bu hikâyeye, Sedat Simavi Bey beş lira ücret ve teşvikkâr bir mektupla yanıt verince arkası kendiliğinden geldi.”


Haldun Taner söylüyor bunları. Anahtar sözcükler marazi hassasiyet, başka bir meslek, olabilir mi? Öykücünün neliği üzerine düşünmek gerek. Giritli Ali Aziz Efendi’den Ahmet Mithat’a, Halit Ziya’dan Ömer Seyfettin’e, Memduh Şevket’ten Nezihe Meriç’e, oradan Sait Faik’e, bugün Füruzan’a giden yolda bu insanların ortak özellikleri neydi? Marazi hassasiyetleri mi, öyküyü meslek edinmeleri mi? Veya bir ortak özellikleri var mıydı? Herkeste aşağı yukarı anatomik yapıları aynı olan göze öykücü filtresi eklendiğinde insanlar, doğa, alelade bir vitrin süsü, bir ağız şapırtısı, elektrik telleri başka bir neliğe mi dönüşüyordu? Çocukken herkesten daha mı yalnızdı öykücüler? Veya masalcıların ellerinde mi büyümüşlerdi? Dünyada canı en çok sıkılanlar mı öykücü oluyordu? Elbette bunu dört başı mamur bilmek olası değil. Bu meseleye döneceğiz. Lakin Öykücü sözcüğüne ulaşabilmek için kelimenin köküne, öyküye bakmak gerekecek. Dört temel unsuru olan, kişi / varlık kadrosu, zaman, mekân, olay veya durumu anlatan metinlere diye hikayenin tanımını ezberden söylesek de nasıl öykücünün neliği konusunda ortak bir fikre ulaşamıyorsak öykü nedir’in cevabı da muamma. H. G. Wells öyküyü yarım saat içinde okunacak serim, düğüm, çözüm bölümleri olan kurmaca bir eser olarak tanımlıyor. Poe, tek bir sözcüğü bile öyküye hizmet etmiyorsa o öykü değildir, diyerek öyküyü ne olmadığı üzerinden göstermeye çalışıyor. Hemingway öyküyü at yarışına benzetiyor, başlangıcın önemli olmadığını önemli olanın bitiş olduğuna dikkat çekiyor. Hemingway de öyküyü bir metaforla anlatma ihtiyacı duyuyor.


Öykünün neliği kavramlaştırıp ehlileştirilmek istense de herkesin hem fikir olduğu bir tanıma indirgemek zor. Türkçe edebiyatta da hikâye / öykü kavramanın oturması oldukça zaman almış. Tanzimat dönemine kadar destan, masal, efsane, içinde kurmaca olan ne var ise hikâye diye adlandırıldığından, türün edebiyat içerisinde başlı başına bir kol olarak gelişmesi de gecikmiş.


Öykücünün neliği üzerine düşünmek gerek. Giritli Ali Aziz Efendi’den Ahmet Mithat’a, Halit Ziya’dan Ömer Seyfettin’e, Memduh Şevket’ten Nezihe Meriç’e, oradan Sait Faik’e, bugün Füruzan’a giden yolda bu insanların ortak özellikleri neydi? Marazi hassasiyetleri mi, öyküyü meslek edinmeleri mi?

Giritli Ali Aziz Efendi, 1770 yılında yazmaya başlayıp 1779’da bitirdiği eseri “Muheyyelat”la gelenekle Batı tarzı arasında bir yerden kendine has üslubuyla öyküyü edebiyatımıza sokmuştur. Fantastik özelliklere sahip olan eserde hayal ile gerçek, sözlü kültürle yazılı kültür maceralı hikâyelerde iç içe geçmiştir. Muheyyelat’ın öykü olarak değerlendirilmesinde en önemli unsurlardan biri 18. yüzyıl İstanbul’undan mekanların seçilmiş olmasıdır. Bu ufak dokunuş Muheyyelat’ı Doğu hikâyeciliğinin genelgeçer örneklerinden ayırmıştır. Ayrıca Giritli Ali Aziz Efendi, 18. yüzyıl İstanbul’unun gerçek tip ve karakterlerini işlediği için de bu payeyi hak eder. Samipaşazade Sezai’nin “Küçük Şeyleri” kısa öykünün başlangıcı sayılır. Halit Ziya’nın “Bir Muhtıranın Son Yaprakları” da Avrupai tarzda ilk hikâyelerdir. Hepsinin ortak özelliği, belki “Muheyyelat”ı bir miktar dışarıda tutarsak, masal ve efsaneler çağının bitmesi, kahramanın ölümü ve bugün sıradan insan diyeceğimiz tip ve karakterlerin, gerçek veya gerçeğe yakın mekanlarda kurmacaya konu olmasıdır diyebiliriz. Kurmaca artık sokaktaki insanı merceğine almıştır. Bugünkü öyküde zaman zaman mecranın büyülü gerçekçiliğe kayması onu masal veya efsane kategorisine sokmuyor çünkü o üstünde sıklıkla durulan sırandan insanın sergüzeştini anlatıyor. Belki de öykü, kahramanın ölümüyle başlıyor. Zamanın ruhu metinlere siniyor. Artık Gılgameşler boğayla değil, servis otobüsleriyle, kalabalıkla, yoksullukla, bilinçaltlarında gezdirdikleri korkularla, şiddet isteğiyle, cinsel fantazileriyle boğuşuyor.


İşbu sebepten de öykücü de gün be gün türün değişimine paralel dönüşüyor. Düşünce dilde başlıyor, dil yaşıyor, dönüşüyor, dille düşünen insan ve onun üreticisi de bu başkalaşımdan nasibini alıyor.


Öykücü bugün kıvrak bileklere sahip biridir artık. Öykü de kem gözlerle öykücünün kayıp düşmesini bekleyen rakip takımın taraftarıdır. Böyle bir mücadelenin sonucunu öğrenmeye dönük merak da bugün bizi burada toplamıştır.

Commenti


bottom of page