top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

“Kim bilir, belki de özgürlük bilincimiz bir yanılsamadır.”

Aynur Kulak, Lars Svendsen'in Özgürlüğün Felsefesi isimli kitabı üzerine yazdı: Düzen kurma, kontrol, asayişi sağlama gibi sebeplerden belki de, en çok bu çağda özgürlüğe karşı kurgulanan kurallar çoğalarak devam ediyor.


“Özgürlük, kendimiz üzerinde çalışmaya devam ederken

geliştirdiğimiz ömür boyu sürecek bir beceridir.”

Lars Svendsen


Çağ, dönem, yönetim biçimi ne olursa olsun özgürlük kavramı üzerinde düşünülmeye, konuşulmaya ve tartışılmaya devam edecek. Sadece bir kavram tartışmasının dışında insan düşünüldüğünde alınan nefes, içilen su kadar elzemliği tartışılmaz olan özgürlüğün değeri tartışılmaz hiç şüphesiz. Fakat tartışılıyor işte ve güncel, modern felsefe içerisinde de halihazırda üzerine kitaplar yazılıyor. Düzen kurma, kontrol, asayişi sağlama gibi sebeplerden belki de, en çok bu çağda özgürlüğe karşı kurgulanan kurallar çoğalarak devam ediyor. Bireyselleşme tüm aşamalarıyla benimsenip, hayata geçirilirken modern birey için (postmodern birey de diyebiliriz) toplumlardan veya bazı topluluklardan gelen kullanım kılavuzlarını veya reçeteleri yekten kabul etmek mümkün görünmüyor artık. Özgürlük -bu aşamada- tanımı yeniden oluşan, günlük yaşam pratikleri, uzun veya kısa vadeli seçimleri yeniden şekillenen bir kavrama dönüşüyor yeni sorularıyla beraber. 21. Yüzyılda özgürlük toplumlardan ziyade bireyler için ne anlam ifade ediyor? Modernite bu anlamda birey adına felsefesini nasıl oluşturuyor? Peki sadece insan için mi sorulmalı bu sorular? Doğa, hayvan, nesneler için de özgürlük neyin ifadesi, neyin karşılığı olarak karşımıza çıkıyor, yaşamı ve tüm algıları nasıl şekillendiriyor? Özgürlük, dönem veya bu durumlara ilişkin politik olarak yönetim biçimleri nasıl şekillenirse şekillensin sonsuz sorular silsilesidir hiç şüphesiz.



Çağdaş felsefe adına düşünen, konuşan, yazan; çağdaş felsefenin önemli temsilcileri arasında yerini alan bir Lars Svendsen kitabı daha Özgürlüğün Felsefesi adıyla kitap raflarındaki yerini aldı. Kötülüğün, Korkunun, Yalnızlığın Felsefesi ve Hayvanları Anlamak kitaplarından sonra Özgürlüğün Felsefesi kitabı da, -Svendsen kitaplarına yaptığı nitelikli çevirilerle büyük katkı sağlayan Murat Erşen çevirisiyle elbet- yayımlanarak okuyucusuyla buluştu. Ve artık gördük ki; çağdaş felsefenin önemli temsilcilerinden biri olan Lars Svendsen, felsefeyi kavramlar üzerinden anlamaya, yorumlamaya ve bize aktarmaya çalışarak çağdaş felsefe adına önemli bir külliyatın altına imzasını atmakta. Yazının girişinde alıntıladığım “Özgürlük, kendimiz üzerinde çalışmaya devam ederken geliştirdiğimiz ömür boyu sürecek bir beceridir.” cümlesi kitabın son cümlesidir aslında fakat bu son cümle Özgürlüğün Felsefesi'nin ana izleğini bütünüyle niteler. Ve bu nitelemeye kitabın en başından, -Önsöz bölümünden- Lars Svendsen’in şu cümlesiyle destekleyerek kitaba giriş yapılabilir: “Sonuçta özgürlük, ontolojik ve metafizik yönlerinden politik ya da kişisel yönlerine kadar çok boyutlu bir olgudur”

Ontolojik Özgürlük

Çok boyutlu bir olgudan, insan yeryüzüne indiğinden beri mücadelesi artarak devam eden bir haktan bahsetmek özellikle içinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda, tüm hakların ve özgürlüklerin ne olduğunun bilindiği ama kaosa sebebiyet vermeyecek derecede düzenin sağlanabilmesi açıklamalarıyla özgürlüklerin her fırsatta al aşağı edildiği bir yaşama ediminden bahsetmek zor. Üstelik bu noktada Svendsen’in kurduğu şu cümle; “Özgürlük insani kimliğimizin, bizi diğer hayvanlardan ayıran şeyin temel bir bileşenidir.” özgürlük olgusunun artık nasıl konuşulması gerektiğini düşünmemiz açısından da önemli. Özgürlüğün neden insan olmanın önemli bir parçası sayıldığı konusunu temel sorular üzerinden ele alan Svendsen kitabını üç ana bölüme ayırıyor: 1) Özgürlüğün Ontolojisi. 2) Özgürlüğün Politikası. 3) Özgürlüğün Etiği.


“İrade özgürlüğü” kitap boyunca sıklıkla karşımıza çıkıyor ve aslında “Eylem özgürlüğü” tanımı ile destekleniyor. Hepimizde bir özgürlük bilinci vardır nihayetinde fakat Svendsen şunu söylemekten de geri durmuyor: “Kim bilir, belki de özgürlük bilincimiz bir yanılsamadır.” Zaten bir çok teori özgür iradenin aldatıcı doğasına işaret etmez mi? Bu soruya, “Evet” cevabı vermek kuvvetle muhtemel fakat mesele basit bir “Evet” cevabı ile açıklanabilir veya yanından geçip gidilebilir gibi değildir, özgürlükler, “özgür irade” söz konusu olduğunda. “İradi olarak eylemek” tanımı özgürlüğün ontolojisi kavramıyla karşımıza çıkar ve bu kavram Aristoteles’i ve özgürlük ile ilgili onun görüşlerini karşımıza çıkarır. Aristoteles hatırlatması, konu ile ilgili iyi bir bağlantı noktası olmasından dolayı değil; insan için “politik hayvan” tanımlamasını tüm yönleriyle, boşluk bırakmayacak derecede önümüze koymasından kaynaklıdır. İnsanın aynı türden başkalarıyla toplum içinde birlikte yaşayan bir hayvan olması onun dil yeteneğini ortaya çıkarır ve bu dilsel yetenek insanlar arasındaki fikirlerin düşünsel zeminde alışverişini olanaklı kılarak adalet ve adaletsizlik, iyi ve kötü duyusunu geliştirmesine sebebiyet verir. Lars Svendsen bu noktada Aristoteles’in özgürlükler adına “İradi eylem” için iki kriter oluşturduğuna dikkat çekerek; “(1)Bilgi: bir fail yapmakta olduğu şey konusunda zihni açık olmalıdır. (2) Kontrol: eylem failin kontrolü altında olmalıdır, doğal nedenlerin ya da başka faillerin uyguladığı güçten/zordan kaynaklanmamalıdır.” Konuyu bize açıklar ve “iradi olarak eyleme” meselesinin Aristoteles’ten itibaren nasıl doğru şekilde anlaşılması gerektiğinin altı çizilmiş olur böylelikle.


İrade özgürlüğünü, iradi bir şekilde eylemesi gereken insan için en uygun toplum hangisidir sorusunun cevabı ikinci bölüm olan Özgürlüğün Politikası’nda masaya yatırılıyor. Bu bölüm odağında pozitif ve negatif özgürlükle, ifade özgürlüğü alt başlıkları dikkat çekici bağlamlarıyla özgürlüğün politikasının nasıl oluştuğu yönünde önemli ve keskin sayılabilecek bilgiler veriyor bizlere. Bu noktada özellikle pozitif ve negatif özgürlüğü, böyle bir karşıtlığı açıklarken Lars Svendsen’in açıkladığı tüm teorilerle gerilimli bir ilişkisi olan İsaiah Berlin’i seçmesi, onun özgürlüğün ikiliklerini, çarpışmalı alanlarına yaklaşımlarıyla konuyu açıklamaya çalışması bir tesadüf değil.


“Özgürlük sözcüğünün pozitif anlamı, bireyin kendisinin efendisi olma isteğinden türemiştir. Hayatım ve kararlarımın, herhangi yönden dışsal etkenlere değil, kendime bağlı olmasını isterim. Başka insanların değil kendi iradi eylemlerimin bir aracı olmak isterim. Bir nesne değil bir özne olmayı, dışarıdan beni etkileyen nedenler tarafından değil bana ait bilinçli amaçlar ve nedenlerle hareket etmeyi isterim. Hiç kimse değil, birisi olmayı isterim…;” İsaiah Berlin’e ait bu nefis paragraf “iradi özgürlük” tanımını tam ve eksiksiz bir şekilde (hatta hiçbir zaman) hayata geçiremeyeceğimizin nişanesi gibi parlıyor. En basitinden –nesneler- içinde yaşadığımız yüzyıl kadar hayatımıza hiç bu kadar dahil olmamıştı. Özgürlüklerimizi nesneler yönetiyor tezini çürütebilecek bir karşı tez üretilebilir mi artık? Ya da uygulanan politikalar çürütebilir mi bu gerçeği. İfade özgürlüğü, artık nesnelerin ve uygulanan politikaların sonucu olarak değerlendiriliyor. Bu yüzden üzerine gerçekleşen tartışmalar çoğu zaman savaşa dönüşüyor. Bu durumu MÖ. 399’da Sokrates’in yaptığı Savunma’ya veya MS. 1215 tarihli Magna Carta’ya dönerek tarihsel boyutlarıyla açıklamaya çalışan Svendsen, şu cümle ile bitiriyor bu bölümü: “Hem bir şeyi ifade etme hakkını savunabilir hem de ifadenin kendisini eleştirebiliriz.”


Kişisel Özgürlüğün Muazzam Değişimi

Bizler, içinde bulunduğumuz çağın muazzam modern bireyleri yalnızca kendini gerçekleştirmeye odaklanmıştır, der Svendsen; “…bunu takıntı haline getirmiştir.” Ne tür bir kişi olmamız gerektiğinin tanımı eskiden olduğu gibi net değildir artık. Günlük koşuşturma rutinlerinde beyaz yakalı veya mavi yakalı gruplar içerisinde hayatımızı maddi olarak kazanırken, mesai biter bitmez çıkardığımız gömleğimizin altındaki hippi dövmemizle kurduğumuz heavy metal grubumuz eşliğinde kendimizi sahneye atabiliriz. Lars Svendsen bu durumu alıntı yaparak şöyle açıklıyor: “İnsanın nasıl bir yaşam sürmesi gerektiğini belirlemek kolay iş değildir. Viktor Frankl’ın dediği gibi: 'Bir hayanın aksine, insana ne yapmak zorunda olduğunu içgüdüler söylemez. Ayrıca eski zamanlardaki insanın aksine, artık gelenekler günümüz insanına ne yapması gerektiğini söylemez. İnsan çoğu zaman aslında ne yapmak istediğini bile bilmez.'”


Özgürlüğün Felsefesi kitabının en önemli noktası işte tam da bu alıntıda olduğu gibi modern insanın çoğu zaman ne yapacağını bilemez hale gelmesidir. Yapılacakların veya seçeneklerinin madde madde bir kağıda yazılıp eline verilmemesi 21. Yüzyılda hedeflenen “Özgür İnsan” modelinin yüksek dereceli handikabıdır. Hazırda elinde bir şey olmadığı için sürekli ve sürekli, bitmez bir şekilde kendini gerçekleştirme çabası içinde olan insan için özgürlük bir başarısızlık tezahürüdür de aynı zamanda. Bu yüzden hiçbir çağda olmadığı kadar bu çağda tartışmaların dozajı yükselmiştir. Svendsen, modern birey geleneğin etkisinden kurtulmuş olabilir, ancak bu onun kendisi için, özellikle de kendi “ben-oluşu” için yeni bir tür sorumluluk yüklendiği anlamına da gelir diyerek kişisel özgürlüğün tanımının muazzam değişimi üzerine önemli bir reçeteyi önümüze koyar.


Özgürlüğün Felsefesi kitabı bir özgürlük savunmasıdır, evet. Çağımız adına insanın “ben” arayışında, kapsayıcılığı yüksek ve nitelikli bir savunmadır. Özellikle Pozitif ve Negatif Özgürlük alt başlığının atıldığı bölümde Murat Erşen’in neredeyse bir sayfayı bulan dipnot açıklamaları bunun en önemli göstergesidir. Zira belirtilen Kaynakça sayfalarıyla beraber (381 sayfa) Svendse’nin şimdiye kadar felsefi kavramlar ile ilgili yazdığı en kalın kitap olan Özgürlüğün Felsefesi kitabı için Svendsen kitabı Kötülüğün Felsefesi ile karşılaştırarak şu tespitte bulunur: “Özgürlük hakkında bir kitap yazdıktan sonra ise sadece şunu söyleyebilirim ki ikisi kıyaslandığında, kötülük üzerine külliyatla mücadele etmek görece pek hafif bir işmiş.”

İçinde bulunduğumuz yüzyılda felsefecilerden çok kavramlar ve kavramları anlatmak, detaylandırmak önemli hale geldi. Bir Nietzsche, bir Wittgenstein daha gelmeyecek yeryüzüne artık fakat, kavramlar toplumsal, bireysel, politik, kültürel, ekonomik dönüşümler odağında modern, postmodern veya dijital/siber çağlar boyunca konuşulup, tartışılmaya devam edecek. Bir soru ile bitirelim ilk başta yaptığım alıntıya istinaden: Ultra modern bireyler olarak, tüketmeye bunca alışmışken, özgürlük adına kendimiz üzerinde çalışmaya devam etmeyi ne kadar becerebiliriz?


ÖZGÜRLÜĞÜN FELSEFESİ

Lars Svendsen

Redingot Yayınları, 2021

Çeviri: Murat Erşen

392 s.

Comments


bottom of page