Birçok yazara ilham olan Pedro Paramo
Başak Çatıkkaş, Gabriel Garcia Marquez başta olmak üzere pek çok yazara ilham olan Juan Rulfo'nun Pedro Paramo aslı kitabı üzerine yazdı: "Kelimeleri oldukça ekonomik kullanmasına rağmen yazar, kitaptaki iki ana hikâyeyi dolu dolu anlatmış. Bu noktada yazarın az ile çoğu verebilme yetisi oldukça öne çıkıyor."
Başak Çatıkkaş
Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazdığı günlerde Alvaro Mutis, Marquez’in önüne “edebiyat nasıl yapılır öğrenmesi için” bir kitap fırlatır ve Marquez o gece kitabı bitirip bir kez daha okumaya başlar. Romanda adı geçen düşsel kasaba Comala, Marquez’e öyle bir ilham olur ki, o da en nihayetinde Macondo’yu yaratır. Bu hikâye bile o kitabı, Pedro Paramo’yu okumak için başlı başına bir sebep.
Pedro Paramo’da ölüm döşeğindeki annesinin ricasıyla birlikte yollara düşüp babasını aramaya koyulan Juan Preciado’nun hikâyesine ortak oluyoruz. Juan, Comala’ya gelir lakin burası artık hayaletler şehridir ve o da hayaletler arasında babasını aramaya koyulur. Bu arayışla beraber gelişen olay örgüsü ruhlar, düşler, artık kimselerin yaşamadığı evlerin duvarlarına sinen sesler arasında devam eder.
Kısa olmasına rağmen dikkatli bir takip gerektiren romanda hayalle gerçek, ölümle yaşam, geçmişle gelecek iç içe. Bu durum çok katmanlı bir hikâye yaratıyor elbette. Kitap Meksika büyülü gerçekçiliğinin ilk örneklerinden ve Latin Amerika’nın büyülü gerçekçiliğine yaraşır şekilde karakter bolluğu da var. Karakterler delirmişlik ve lanetlenmişlik arasında ince bir çizgide. Cümle yapısı oldukça kısa. Yazar bilinç akışı tekniğini tercih etmiş ve metinde yer yer içsel monologlar mevcut. Kitabı novella olarak değerlendirmek daha doğru olabilir.
Hayaletler arasında babasını arayan Juan’ın yanı sıra babasının hikâyesine de tanık oluyoruz. Bu iki hikâye birbirine paralel olarak ilerliyor ve yazar hikâyeler ile zamanlar arasında gidip geliyor. Takibin zor olmasının sebeplerinden biri de anlatımın birinci tekil şahıs ve üçüncü tekil şahıs üzerinden ayrı ayrı ilerlemesi. Kelimeleri oldukça ekonomik kullanmasına rağmen, yazar bu iki ana hikâyeyi dolu dolu anlatmış. Üstelik Pedro Paramo’nun doğumundan ölümüne dek tüm yaşamına da tanık oluyoruz. Bu noktada yazarın az ile çoğu verebilme yetisi oldukça öne çıkıyor. Rulfo hiç vakit kaybetmeden daha başlangıç cümleleriyle bizi olayın içine çekiveriyor:
“Comala’ya geldim, çünkü bana babamın burada yaşadığı söylendi, Pedro Paramo adında biriymiş. Bunu bana söyleyen annemdi. Ben de o öldükten sonra babamı görmeye geleceğime söz verdim. Bunu yapacağımın bir kanıtı olarak da ellerini sımsıkı tuttum, zira o sırada annem ölmek üzereydi ve ben de her türlü sözü verebilecek durumdaydım.”
Rulfo hem televizyonda çalışmış hem de fotoğrafçılık yapmış. Bu deneyimlerin ona sinematografik bir bakış açısı kazandırdığı kesin zira anlatımlar düş, gerçek, şimdiki zaman, geçmiş zaman ekseninde sahne sahne ilerliyor ve sahneler okuyucuya tikel olarak resmediliyor. Yazar bizlere öyle güçlü betimlemeler sunuyor ki, yapılan tasvirleri adeta duyu organımızla hissediyoruz. Gördüğü o canlı renkleri biz de görüyoruz: “Los Colimotes geçidini geçerken, olgunlaşmış mısırlar yüzünden sarıya çalan yemyeşil düzlüğün çok hoş bir görüntüsü vardır. Oradan bakınca toprağın üzerinde beyaz bir leke gibi duran, geceleriyse ışıl ışıl parıldayan Comala görülür.” Havayı, sıcağı hissediyoruz:
“Comala’ya vardığımızda sıcağı çok daha şiddetli hissedeceksiniz. Orada insan kendini közlerin üzerinde, cehennemin tam göbeğinde zanneder. Derler ki, ölüp de cehenneme giden Comala’lıların çoğu battaniyelerini almak için geri dönermiş.”
Juan’ın attığı adımları biz de duyuyoruz: “Sokakları döşedikleri yuvarlak taşların üzerine düşen adımlarımı dinliyordum; batmakta olan güneşin boyadığı duvarlarda yankılanan beyhude adımlarımın çıkardıkları sesi.” “Toprağın rengi, yoncanın ve ekmeğin kokusu. Bala bulanmış gibi kokan bir köy…” tasviri ile Comala’nın kokusu burnumuza geliyor. Yazar tat duyumuzu da boş bırakmıyor: “Zamanın ılıklığında portakal ağaçlarının çiçeklerinden başka bir tat hissetmemek.”
Ana konu ölüm teması etrafında dönse de bir ölüm güzellemesi ya da korkusu mevcut değil. Ölüm hayatın bir parçası olarak ele alınmış. Bu noktada fantastik öğelerin de katkısı büyük tabii. Kilitli odada kalan ve orada vefat eden birinin çığlıklarının da odada kalması, yıllar sonra kapı açılınca hâlâ duyulmasının da aynı olağanlıkta anlatılması yine tipik bir büyülü gerçekçilik örneği sunuyor.
Anlatıda tekinsizlik ve şiirsellik hâkim: “Bu köy yankılarla doludur. Bunlar sanki duvar deliklerinde ya da taş altlarında hapsolmuş gibidir. Yürürken, birilerinin senin üzerine basıp geçtiklerini hissedersin. Gıcırtılar duyarsın. Gülüşler duyarsın; gülmekten yorulmuş gibi, artık çok yaşlanmış gülüşler. Ya da kullanılmaktan yıpranmış sesler. Bütün bunları duyarsın. Bir gün bu seslerin sönüp gideceğini düşünüyorum.” Bu kitabı klasik haline getiren şeyin büyülü gerçekçilik öğelerinin böyle yalın ama güçlü bir düz yazıyla birleşmesinden kaynaklandığını düşünüyorum.
Rulfo bize Pedro Paramo’da da cehennemvari bir toplum portesi çizmekte. Arka planda dönen hikâyedeki Meksika devrimi, ahlaki çöküş, din ve yalnız kalmak temalarını yazar Rulfo’nun yaşamında görmek mümkün. Yaşadığı dönemde maruz kaldığı Meksika Devrimi ve Cristero Savaşı hem ülke genelinde hem de Rulfo’nun yaşamında geniş çaplı bir yıkım yaratmıştır. Olaylar sırasında babası ve amcası öldürülmüş, ailesi maddi olarak çökmüştür. Annesinin kalp krizi geçirerek vefat etmesinin ardından yetimhanede büyüyen Rulfo’nun en büyük temalarının yalnızlık ve ölüm olmasına şaşmamak gerek.
Büyülü gerçekçilik okumayı sevenlerin çok tat alacağı bir kitapken, büyülü gerçekçiliğe başlama noktasında takip zorluğundan dolayı uygun kitap olmadığını düşünüyorum. Marquez veyahut Saramago öyküleri ile başlamak daha yumuşak bir başlangıç olur.
Yayımlandığı 1955 yılından bu yana, Marquez dışında başka birçok yazara da ilham olmuştur Pedro Paramo. Jorge Luis Borges, Pedro Paramo’yu herhangi bir dilde yazılmış en büyük metinlerden biri olarak görmüştür. Carlos Fuentes ve Kenzaburō Ōe de bu eserden ilham almış, Susan Sontag “20. yüzyılın yalnızca başyapıtı değil, ayrıca en etkili kitabı,” demiştir.
İspanyolcanın Don Kişot’tan sonraki en büyük başyapıtı olarak adlandırılan Pedro Paramo çok katmanlılığıyla, gerçek üstü öğeleriyle, hüznü ve güzelliğiyle, yalınlığıyla bu yakıştırmayı sonuna kadar hak eden bir kitap.
PEDRO PARAMO
Juan Rulfo
Doğan Kitap, 2012
Çeviri: Süleyman Doğru
Tür: Roman
149 s.
Commentaires