"Ben düşündüğüm için siz de varsınız"
Semra Ege, İhsan Oktay Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası adlı kitabı üzerine yazdı: "Puslu Kıtalar Atlası; yaşamla düş, rüyayla gerçek, tarihle edebiyat, kurmacayla hakikat arasında birbirine görünmez iplerle bağlı karakterlerin hikayeleriyle; okuru, zihnindeki atlası tamamlaması için yola çıkaran bir metin."
![](https://static.wixstatic.com/media/8757b2_fb830ffb9e974cf28ecb5d43ee81bffb~mv2.jpg/v1/fill/w_900,h_600,al_c,q_85,enc_avif,quality_auto/8757b2_fb830ffb9e974cf28ecb5d43ee81bffb~mv2.jpg)
Puslu Kıtalar Atlası; yaşamla düş, rüyayla gerçek, tarihle edebiyat, kurmacayla hakikat arasında birbirine görünmez iplerle bağlı karakterin hikayeleriyle; okuru, zihnindeki atlası tamamlaması için yola çıkaran bir metindi. Bu nedenle metnin kendisinin benim için iki karşılığı vardı: birincisi “yola çıkmak” deneyimine karşılık geliyordu. Zira kurmaca metinleri yazarın tahayyülünden -onun çıktığı yola çıkarak- okuruz. Aynı sapaklara sapar, aynı çukurların içine batar çıkarız. Hatta öyle ki bazen yolu karıştırır geri döneriz. Ve bütün bunları yaparken metni, karakterleri, anlatıyı zihinsel bir performansla yeniden üretiriz. Bu nedenle salt bu metin özelinde değil bütün kurmaca metinleri, yazar-okur bileşkesinde “yola çıkmak-yolda olmak” ereğinin ortaklığı olarak görürüm. Metnin bendeki ikinci karşılığı ise bir şey’lerin “arasında olma hali”ydi. Gece ile gündüz, uyku ile uyanıklık, varlık ile hiçlik… gibi zıtlıkların arasında kalmaya denk düşüyordu.
Bununla birlikte; edebiyat, tarih, coğrafya ve felsefe bağlamında farklı disiplinlerin bir aradalığıyla üretilen disiplinler arası bir metin olma özelliği taşıdığı için de özeldi ve sırf bu yüzden metnin kendisinde de bir bilgelik, olgunluk, nahiflik, benzersizlik vardı.
Metinde; hem “düşleyen insan” hem de “düşünen insan” olan Uzun ihsan Efendi’nin içtiği uyku iksiri sayesinde uzun uykulara dalması ile rüyalarında gittiği keşfedilmemiş kıtalardan dünya atlası yaptığını ve adı Puslu Kıtalar Atlası olan bu haritayı oğluna vermesiyle birlikte Bünyamin’in hikayelerinin başlamasına şahitlik ediyoruz. Bu şahitlik, Bünyamin’in babası Uzun İhsan Efendi’nin düşlediği bir macerayı yaşamasına tanıklık etmemizi de beraberinde getirir ve 17. yy. Konstantiniyye’sinde yolumuz farklı farklı karakterlerle de kesişir. Yazar, dönemin ruhunu mekân ve zaman ilişkisini, iç içe geçmiş hikayeler üzerinden yansıtırken, fantastik ögelerle birlikte mevcut gerçekliği de metnin içine yedirerek okuru gerçekle gerçek üstü arasında bir uzamda bırakır. Örneğin dönemin ‘Taş Mektep’ lerinin neden Taş Mektep olduğunu tarihsel gerçekliği üzerinden aktarırken, kıraathanelerinin o dönemki işlevinin ne olduğundan – yalnızca sosyalleşme alanı olmadığından aynı zamanda bir öğrenme alanı olduğundan- bahsederken birdenbire henüz yedi yaşında bir çocuğun Efrasiyab’ın ruhuna bürünüp kahramanlık destanları yazdığını görürüz. Bu bağlamda metnin edebiyatta “Büyülü Gerçekçilik” bağlamında yazıldığından da bahsetmeliyiz. “Büyülü gerçekçilik, hayatta saklı olan güzellikleri bulup açığa çıkaran, olağandışıyla olağanı bir arada ahenk içinde sunup, akıllarda herhangi bir soru işareti bırakmayan, resimde, edebiyatta ve sinemada karşımıza çıkan bir türdür” (Ateş, 2023:477)
Puslu Kıtalar Atlası, özellikle içindeki zaman kırılmaları, katmanlı yapısı ve iç içe geçmiş hikayeleri ile post modern anlatı yapısına sahip bir üst kurmaca olmasının yanı sıra, -özellikle Bünyamin karakterinin yolculuğu bağlamında- klasik anlatı eğrisini de içinde barındıran bir metindi.
Bununla birlikte metni felsefi bir bağlamda incelediğimizde, -metinde Kubelik tarafından Arap İhsan’a getirilen kağıtların içerisinde- Rendekâr adında bir filozofun Zagon Üzerine Öttürme metni dikkat çeker. Metin Descartes'in "Yöntem Üzerine Konuşma” metnine karşılık gelir ve -Uzun İhsan Efendi’nin uyku ile uyanıklığı arasındaki varlığında- metnin omurgasını oluşturur demek de yanlış olmaz.
“Kör ve sağır olmama rağmen seni hem görüyor hem de duyuyorum oğlum, aslında seni görüp duymaktan da öte hem seni, hem de içinde yaşadığın dünyayı düşünüyorum… sizler, hepiniz, içinde yaşadığınız dünya, Konstantiniyye, her şey sadece ve sadece benim düşüncemde varsınız…”
Metnin ana omurgasının bu düşünce üzerine kuruludur: “Düşünüyorum öyleyse varım”. Ve mealen: “Ancak yalnızca benim varlığıma karşılık gelmiyor düşünmek, ben düşündüğüm için siz de varsınız”.
“Descartes “Kartezyen düalizm” ile karşımıza çıkmaktadır. Ona göre dünya iki ana maddeden meydana gelmiştir. Birincisi zaman ve mekân koordinatları arasında kendi varlığını sürdüren uzamlı yani yer kaplayan maddeler, ikincisi ise uzamı olmayan soyut olan düşüncelerdir. Bu görüş ile Descartes, zihnin ve bedenin arasındaki ilişkiyi bizlere sunacaktır. Ona göre beden yer kaplayan bir maddedir fakat zihin ise soyut bir düşünceden ibarettir. Materyalizmle arasındaki en büyük fark da burada ortaya çıkmıştır. Materyalizme göre zihin sadece somutu algılayabilen bir görev aracıdır, fakat Descartes’in felsefesinde zihin, iki ana maddeden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kavramların ve düşüncelerin ışığında anlayabiliriz ki Descartes, materyalizmin aksine fiziki alan yanı sıra metafiziksel alanı da işin içine katmıştır (İmamoğlu, 2013). “Descartes’in düalizminde gerçeklik, biri madde diğeri de bilinç ya da düşünce olmak üzere iki boyut veya cevherden oluşmaktadır. Descartes, zihin ya da bilinci, gördüğümüz, kokladığımız ve dokunduğumuz dünyadan tamamıyla bağımsız olarak düşünmektedir” (İmamoğlu, 2013, s. 42; akt. Erişkin).
Alıntılamış olduğum bu makaleden yola çıkarak şunu da belirtmek isterim ki bana göre metinde bir kartezyen düalizmi de dikkat çekmekte idi. Hikâye, zaman ve mekanı içinde barındıran maddesel bir alanda geçtiği kadar metafizik bir alanı da ihtiva etmekte, zihin ve beden arasındaki ilişkiye de odaklanmaktaydı. Yer kaplayan bir madde olarak beden, soyut bir düşünce alanı olarak zihin.
Metni epistemolojik bağlamda ele aldığımızda ise yine karakterlerin diyaloglarında şu örneklerle karşılaşırız:
“…Ben bu dünyaya bilmek için geldim. Benim için kutsal bir şey varsa o da bilgidir gerek bu dünyanın gerekse de öte dünyanın bilgisi. Bu yüzden öğrendiklerimi akıl terazisinde tartıp doğru olup olmadıklarına bakarım.”
“… Ateş dediğimiz güç nasıl ki odunla beslenirse akıl da bilgiyle beslenir ve ben, tahmin edebileceğinin çok üstünde bilgiye sahibim.”
Sonuç olarak, metin kurgusal ölçekte tarihi bir metin olmasının yanı sıra karakterler üzerinden felsefi sorgulamalara yer veren/verdiren, okura düşünsel bir alan açan, sorgulatan -bunu yaparken de dilin bütün olanaklarını kullanan- post modern olmakla birlikte içinde klasik anlatı yapısını da barındıran çok güçlü metindi.
Kaynakça
Ateş, K. (2023). Edebiyatta Büyülü Gerçekçiliğin Sınırları. Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 13, 476-488.
Erişkin B., Descartes Yöntem Üzerine Konuşma – Zihin Beden İlişkisi (Yıl?) (https://www.academia.edu/125262751/Descartes_Y%C3%B6ntem_%C3%9Czerine_Konu%C5%9Fma_Burhan_ER%C4%B0%C5%9EK%C4%B0N)
Anar İ.O, Puslu Kıtalar Atlası(1995); 81 Ed. 2024; İletişim Yayınları: İstanbul.
PUSLU KITALAR ATLASI
İhsan Oktay Anar
İletişim Yayınları, 2021
Tür: Roman
238 s.
Comments