top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıtan doğan

rağmen ve…

tan doğan yazdı: "yâni yaşarken çözümlemek varken günün ve çağın hayâti sorunlarını bir büyük/derin sorunsal bilip yarınlara ertelemek demek, ‘tarihten ders çıkarma’ söylemlerine bel bağlama yersizliğinin olumsuz sonuçlarıyla yüz yıllar sonra da karşılaşıldığı üzre, yarınları da yoksamak anlamsızlığına gelir."



“sadece söylediklerinizden değil, söylemediklerinizden de sorumlusunuz.” / martin luther

“güçlü nedenler güçlü eylemler doğurur." / william shakespeare

“kendini zorlamayan kişiye şans yardım edemez.” / leonardo da vinci


kir ve...

dert küpü bu çağ!

21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna dayansa da zaman, “acıyı bal eyledik” demek zorunda kala kala bitmiyor zulüm heyhat! (ey hasan hüseyin!)

bir de kötü rûhu, sığ aklıyla nutuklar çekip, emirler yağdırıp azla yetinmeyi, şükretmeyi, içe çekilmeyi, boyun büküp yazgısal yaşamayı, tanrı’ya sığınmayı dayatmıyor mu ‘erk’, insanın çileden çıkması an meselesi handiyse!

“yoksula sürekli yetinmeyi öğretmeyin, yoksul zâten yetinmeyi biliyor.. varsıla öğretin ki az zıkkımlanıp paylaşmayı bilsin” sözünü topyekûn dillemeli şu ârsız, hadsiz, insâfsız kirli siyasalara (ey che!)

dünya değil, ‘insan' çıldırmış, ‘çıldıranlar-çıldırtanlar savaşı’nda, ki bunda hemen her şey mubâh. ‘amaç’ varsıllığına varsıllık katan ‘varsıllar kulübü’nü dur-duraksız, herhep daha da varsıl kılmak, ‘araç’sa mâlûm: ‘'yoksul-yoksun insan(lık)!’ (ey machiavelli!)

çıldırtana kadar kişilerle ve halklarla uğraşıyor şu  her şeyden faydalanan ârsızlar. kargaşa, çatışma ve irili-ufaklı savaş çıkarmada ehlî olanlar, sıkça zevkten çıldıranlar oldukları gibi çoğu zaman insanları, toplulukları, toplumları, halkları ve dahi topyekûn ülkeleri çıldırtanlar olmakta sözde seçkinlerden teşekkül bu sermâye azgını, ahlâk yoksunu, keyif tutkunu “kendini bil”mez ve ‘sâhi câhil’ bir grup kirli ‘şey!’ siya(h)set-sermâye (silah, petrol, para, uyuşturucu, teknoloji vb.) bağıyla yürüyen, yayılan, küreselleşen bu grup, “gün gelecek kendi pislikleriniz içinde boğulacaksınız” kızılderili atasözüne kulak asmadan sırıtan, gününü gün eden, lüks hayatlarını sürdürmek, kaybetmemek, aslâ ve kat’a konumlarından ödün vermemek için her tür çıkar girişiminde birleşmeyi ihmâl etmemeyi şiâr edinmiş olup, ne insanı ne doğayı ne dünya’yı umursamakta, kirliliklerine rağmen pislikleri içinde boğulamayıp, düne olduğu denli bugüne ve yarına ipotek koyup, saltanatlarını sürdürmenin “var olmanın dayanılmaz hafifliği”nde her olgu üstünde hüküm sürmektedirler ötekileştirdikleri insanlık üstünde (ey sokrates, ey kundera!)


erk ve...

erk, bir hiçtir ve hiç kimse kölesi değildir siya(h)setin. kaderci zihniyetlerin, dinci yönetimlerin, çıkarcı düzenlerin kurduğu puslu pusuya artık düşmemeli bu çağın insanları ve insanlık. çocuktan kadına, hayvandan doğaya ‘şiddet’ görüp katledilen bir dünya’nın seyircisi kalmak, susmak ve bilir-bilmez bu ‘oyun’a dâhil olup, “kendi tepkisizliğinin içine gömülmüş” hâlde olmak kâbûl görmemeli artık yoksa “hakim gerçekliğin ifadelerine daha çok itaat ettikçe, zihinsel gerçekliğin içinden konuşan özne olarak daha çok emir verirsiniz, sonuç olarak yalnızca kendinize itaat edersiniz.. yeni bir kölelik biçimi icat edildi, kendi kendisinin kölesi olmak” durumunda kalınır. yalnızlaştırılan, öteki kılınan, dışlanan hatta yok sayılan insan ve halk(lar) ya şimdi bu sömürü düzenine hayır diyecek ya da ayaklar altında kan-revân ezilip yokluğa sürüklenecek (ey baudrillard, ey deleuze!)



siya(h)set ve...

‘siya(h)setten sıtkım sıyrıldı!’

sırf midesi bulanmıyor, safra kusmuyor içi dışına çıkmış sorun yüklü insanın, acılı bedenini müteâkip rûhu da kan kusuyor! ‘akıl çağı’ biteli çok oldu mu, ne? (ey sartre!)

‘antik yunan’a dönüp, o sâf düşünü ‘doğa ve insan felsefeleri’ bağlamında kucaklamak ve yaşama geçirmek özlense de, artık çok güç mü güç.. öyle değil mi? (ey herakleitos, ey diogenes, ey zenon, ey epiktetos, ey epiküros ey!)

“kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser”se, hâl belli.. zorâki yoksulluk başka, felsefik sâflık başka. artık zor (ne ki imkânsız değil) ‘özgür istenç/irâde’yle seçim yapıp yaşamaktan ‘haz’ duymak! azla yetinmek, arı yaşamı tercîh etmekle bir değil karın tokluğuna, handiyse aç-susuz hayatta kalmak ve onca siya(h)sete, kapitalist düzene, ‘varsıllar kulübü’ne rağmen bu kadar çoğunluk, bunca halk, milyonlarca, milyarlarca insan savaş bezirgânlarının ağında çırpınırken bu çağda ölmemek için son kertede, ‘kötülerin dünyası’nda hâlâ emeğiyle iyiler sınıfında yer almak azımsanacak bir erdem olmasa gerek (ey marx!)


tarih ve...

salt “dünyanın tüm işçileri” değil, birey, toplum, azınlık, halk ve dahi genç-yaşlı, çalışan-emekli demeden evrensel değerleri hâlâ savunabilenlerin birleşmeleri şart ki, gün için, gelecek ve “güzel günler”in görülebilme umudunun taşınabilmesi adına olmazsa olmaz (ey marx, ey nâzım!)

‘siya(h)setten sıtkım sıyrıldı!’ diyenlerin dünyası küçük ve yapabirliği azımsanacak, hafife alınacak, yoksanacak düzeyde değil. 

“baskıya izin veren suçu paylaşır”sa, ya dert, hüzün, acı, yokluk ve ölüm ya da her şeye, tüm güçlüğe, dayatmaya rağmen direnme, ahlâki, edebî, insâni değerler doğrultusunda, ‘romantik realizm’ gibi bir düşün olarak görünse de bu. “tarih kötüdür” maalesef. bu kötülüğün elebaşıysa yine ‘kötü insan’ olup, onun/onların “dünyayı ve ona ait olan her şeyi elde etme isteğinde ya da etrafındaki diğer bütün canlılara hükmetme çabasında olan insan, ancak felsefî olarak evrenin kötü olduğu hakîkatini kavramasıyla hem kendi yaşamında hem diğer canlıların yaşamında yol açtığı acıya neden olan tavırlarından ve amaçlarından vazgeçebilir" denilmiş olmasına karşın, somut ve soyut acı vermekten vazgeçmiyorsa, tarih önünde sorgulansa ve de yargılansa hatta suçlu bulunsa da, yaptıkları yanına kârsa yaşarken, sonrasında ya da öldükten sonra neye yarar sözde cezâlandırılması? (ey pirhasan, ey erasmus!)

yâni yaşarken çözümlemek varken günün ve çağın hayâti sorunlarını bir büyük/derin sorunsal bilip yarınlara ertelemek demek, ‘tarihten ders çıkarma’ söylemlerine bel bağlama yersizliğinin olumsuz sonuçlarıyla yüz yıllar sonra da karşılaşıldığı üzre, yarınları da yoksamak anlamsızlığına gelir ki, bu da, bu durumun faturasını hem bugünün hem de gelecek günlerin çocuklarına, yarının kuşaklarına ödetmek adına, en kötü mirâsın ta kendisidir! (ey schopenhauer!)



çağ ve...

“savaş söz konusu olduğunda hiçbir masraftan ve zahmetten kaçınmazlar, hiçbir şey önemli değildir onlar için, ister hukuk, ister din, isterse barış çiğnensin, hatta insanlık batsın, umurlarında olmaz” sözü genelde bu çağı, özelde çağın erklerini, bezirgânlarını da kapsamıyor mu? (ey erasmus!)

bu durumu anlayıp, algılayıp, dahası belleyip, kötü, yoz, yobaz, kirli geçmişe değil, bugüne ve yarına hizmet sunmak için değişim, dönüşüm ve yenilikçi, aydınlanmacı insanlık içre bir tarih anlayışını benimseme zamanı çoktan geldi de, geçmesin?!

“dil, ekonomi, biyoloji” bağlamda sürekli ilerleme, özne olarak bireyden ve halk olarak toplumsaldan evrenselle yol almak kaçınılmazken, kul ve köle zihniyetine karşı koymak, duygu-akıl bağlamında her insanî süreci işlevsel kılmak ‘yazgı ve korku kültürü’nü hiçlemek, orta çağ ve dahi yakın geçmiş çağ kirini, kanını ve karanlığını unutmadan, ne ki onaylamadan ve fakat yadsımadan, çağımızın aydınlığı, “yeniden doğuş”u için mutlak şart. (ey nietzsche, ey foucault!)

istenç ve...


“insan, doğası gereği politik bir varlıktır” (zoon politikon) demek, (“düşünüyorum, öyleyse varım” ile birlikte) düşünsel, tinsel, bedensel olarak bireyliğini toplumsallığıyla harmanlayıp, doğa ve doğallığı iç içe geçirip, insâni haklar bağlamında evrensel yasalara bağlı kalarak yaşaması anlamına gelir ki, bu da insanın, “tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için tanrı'yı kullanırlar” sözünü anarak, teoloji, teleoloji ve metafizik düşün öte bir nesnellik-gerçeklik bağı ile ve de kuram ve eylem bağlamında fikrî, ahlâki, insâni “özgür istenç” olgusunu dillemesi gereğini yinelemek anlamını içerir (ey descartes, ey spinoza, ey bruno!)

her tür baskıdan uzak, bağımsız, özgür algılama, düşünme ve eyleme olmazsa olmazı değil de neyidir insanın, onu ‘insan’ kılan? “eleştirilmemiş, sorgulanmamış bir yaşam, yaşanmaya değmez”se, aklın ve rûhun kul, bedenin köle olduğu çağları anlamadır ‘istenç’, bu çağı doğru ve gerçekçi bir sorgusallık/eleştirellikle değerlendirebilmek için bir de (ey sokrates!)


söz ve...

üsten bakışçı zihniyeti içselleştiren ve bu düzlemde “dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” düşününden çok ama çok uzak, nalıncı keseri bir bencil öz ile boş söz üretip yoksul kişi ve halkları bin bir yol ve yöntemle etkileyen siya(h)setçileri beyinlerden, bedenlerden, rûhlardan çıkarmak, silmek hatta kazımak için birliktelik kaçınılmaz ki, bunun ana öğesidir ‘bilinçlenmek.’ bu farkındalığın yaratılmasında asıl söz ustalarına,  kalem emekçilerine, düşün insanlarına, eşdeyişle yazarlara, şâirlere, sanatçılara ve felsefecilere düşen‘iş’, sorumluluk-özgürlük ilintisince azımsanamayacak denli çok. yepyeni bir ‘aydınlanma’, ‘ayırdında olma’ çağını halkların çabalarıyla oluşturmak için ‘söz’ü olan herkesin bu düşünü eyleme geçirmesi, biraradalık kültürünü gerçekleyip, bunu yaygınlaştırması; uçlar, köşeler, kutuplar yerine ortak insanlık paydasında birleşmenin emeğini vermesi çağın en önemli “iyi niyet”i bağlamınca yaşamsal kılan “ödev ahlâkı” değil de, ne? (ey wittgenstein, ey kant!)


eylem ve...

alacaklarını alma sâfiyâneliğiyle sezar’ı erk kılanlar kellelerinden olmuş ya, hâl bu hâl değil: özgür, bağımsız, âdil bir düşünü savunan ve bunun yaşama geçmesi için çaba sunan kişi ya da kişilerin hiç bir erke gereksinmesi, dahası boyun eğmesi; popülist bir üslûp, dil, söylem ve eylemle onunla en ufak bir çıkar ilişkisine girmesi; oyunu, rûhunu, aklını, bedenini, ömrünü ona hibe etmesi ve sâfiyâne bir umutla ondan  hak dilenmesi söz konusu olamaz. olması gerekendir birliktelik düşünüyle harekete geçmek. bu da hemen her zaman salt bireysel ya da ekin, sanat, bilim insanlarının çabasıyla gerçekleşmemekte ki bunu da bize o kötü tarih öğretti! kadın, çevre, hayvan, doğa, hukuk, yaşam hakları için ödev denli görev üstlenmek de kaçınılmaz görünüyor ki, bunun için çabalar söz konusu kimi dernek, kuruluş, sivil toplum örgütleri ve azınlık girişimlerince. “bilgi erdemdir”, “bilgi güçtür” ve fakat erdemli bilgiyi hayata geçirmekse bu çağın olmazsa olmazı, kaçınılmaz sorumluluğudur her birimiz için her yerde, koşulda, zaman diliminde hâlimizce (ey aristotales, ey yûsuf hâs hâcib, ey bacon!)

bireyden topluma, halka, dünya’ya evrensel eylem düşünü ereğiyle amaç amaç yol almak, günden yarıma uzanan en değerli yolculanış olsa gerek, kirli siya(h)setlere, “insan insanın kurdudur” sözü bağlamınca “yegâne kapitalist, banker, tefeci, örgütçü, tüm ulusal emeğin yöneticisi ve onun ürünlerinin dağıtıcısı” olduğu kapitalist ekonomik sürece, küreselleşme oyun ve yalanlarına rağmen. yoksa toprak, silah, açlık, savaş benzeri pis bezirgânlıkların açları, yoksulları, yoksunları, tutsakları, ölgünleri, sonrasında ölüleri olmak söz konusu (ey hobbes, ey bakunin!)


eşitlik ve...

varsıllar eşitlenme çabasında dahi değilken varsıllıkta, hukukî, insanî ve ekonomi alanda, özce ‘hayat hakkı’nda eşitlenme fikrinin söyleme, dahası eyleme dönüşmesinin savunucuları sâyesinde gerçekleşebilir ancak kötü tarih, kötü siyasa, “kötü dünya”dan kurtulup iyi, güzel ve yaşanası insan, hayvan, doğa sacayağına ulaşmak. ayrımcılık, bölücülük, dışlayıcılıktan öte asıl zenginlik, farklı kişilik ve yeteneklerle bezenmiş, farklı yaratımlarla donanmış, farklı düşünce ve duyuşlardan mürekkep olan her bireyin dünya vatandaşı, evren insanı olarak bir arada yaşama ve paylaşma kültürüyle vücut bulabilir ‘eşit(lenmiş) insan(lık.)’ sırf ölümde değil insan olarak, doğum öncesi süreçten ve dahi doğumdan sonra başlayarak iyi, güzel, rahat bir hayatta da eşitlenmek şart. ötesi-berisi bilinemezken, bilinen şu ki, elde var hayat ve eşitlikçi yaşam ilkesini sözden, söylemden, kuramdan, eylemden el alarak, bu olgular adına bir ‘başarı’  elde etmek isteniyorsa, “hiç kimse başarı merdivenlerini elleri ceplerinde tırmanmamıştır” dendikte, el ele kurmak ve  birilerinin değil, “herkesin zengin olduğu bir dünya”da eşit ve birlikte yaşamak gerek, ‘erk, bir hiçtir’ diyerek, tüm insanlığın mutluluğunu erek bilmek sûretiyle her kötü, kirli, pis ‘şey’e rağmen ve sözde bir umutla değil, birleşe birleşe, çoğala çoğala, yayıla yayıla dünya’nın en ücrâ köşesine dek (ey konfüçyüs!)


belki ve...

neye yarar edebiyat, sanat, felsefe bir akla, bir duyguya, kısaca ‘en az bir ve bir ve bir’ diye diye bir insana dokunmadıktan, onun tarafından görünüp okunmadıktan, yaşamında bir ses, bir nefes bir iz bırakmadıktan, onda bir fikir ve eylem oluşturmadıktan sonra demek kolay gibi görünse de, zor değil mi? bir düşünü, bir sözü, bir yazıyı paylaşmaktaki amaç, nihâi hedefe, “güzel insanlık” idealinin hayata geçmesine vesîle değil de ne? yoksa söz de uçar yazı da, boşluğa atılan bir kum zerresi olup boşu boşuna! iyi niyet, iyi fikir, iyi eylemdir ki bizi bu dert küpü çağın erklerinden, siyasalarından, bezirgânlarından kurtarıp, bireysellikten birlikteliğe yol aldırıp, eşitlikçi ve hakça bir hayat sürüp, dünün yozluğundan sıyrılıp günü yaşayabilme isteğini yarın umuduyla harmanlayabilsin. silik, çorak, ölgün kalmamak ve hemen her tür açlık, yoksunluk ve yoksulluktan uzak yaşamak için birey, grup, azınlık, topluluk, halk diye diye her dayatmaya, baskıya, kötülüğe rağmen dirençle, bilinçle, sevgi ve umutla birleşmek için ‘en az bir ve bir ve bir’ insana, belki on, belki yüz, belki bin belki de milyonlarca cana dokunmaktan yüksünmemek, hiçbir  şeyden utanç duymayan, hiçbir kötülükten korkmayan, hiçbir vakit rezîl-rüsvâ olmayan şiddet, zulüm, savaş ve ölüm bezirganlarının yanında belki az emek, az çaba, az direnç olmasa gerek bir saliselik gecikmeye bile tahâmmülü olamayanların dert, acı, zulüm görülen bir çağda en anlamlı, en değerli  olguyu ‘zaman’ bilip “her şey akar”ken (ey herakleitos!)

akıl denli bir de gönül istiyor ki, herkes ucundan tutmasın, avuçlamasın, sarıp-sarmalasın bu çağı, bu “varlık ve zaman”ı, bu düny’'yı ve bugünü, bu ânı gücünce, hâlince, kendince her şeye, her şeye, her şeye rağmen (ey heidegger!) 

ve “gerçek gecikmeyi sevmez”ken, varlığımızı değerli kılma yolunun zamanı önemsemeden geçtiğini, çağı dert küpünden çıkarıp hem güne hem de yarına gecikmeden bilinç birliktelik içinde davranmayı sağladığımız oranda daha haklı, daha özgür, daha insanca bir dünya’da yaşayacağımızı anlayıp, o vakit ‘açlığa, yokluğa ve yoksunluğa, sömürüye, savaşa, ölüme hayır!’ demenin bir karşılığı olduğunu duyup görecek, kendimizi yiyip bitirmek yerine, “varoluş”an hayatlarda buluşmanın erdemini, sevincini, sevgisini çocuk, kadın, insan, hayvan, doğa el ele refah ve huzur içinde yaşayabileceğiz. yoksa “saatler boyu başka saatleri bekleriz” ki, bu da insanî yozlaşmanın, hayatî çürümenin, dünyevî yok oluşun beşiğini sallayan kötücül siyasî, askerî, dinî ve ekonomik erk ve dahi bezirgânların kirli gözyaşlarıyla bezeli kahkahalarından öteye geçmez, haktan, hukuktan, adâletten, ‘insanca yaşama’tan payına düşeni alamayan yoksullar ve yoksunlar zılgıt atıp, yas tutup, ölülerini gömerken! (ey seneca, ey sartre, ey cioran!)

“ışık gibi sevgi de en çok en  karanlık yerde parlar” sözü dert, acı, açlık içinde kahrolan gerici, karanlık çağları aşabilmenin umudu değil de ne, kendileri dışında hemen her şeye karşı sevgisiz, saygısız, aymaz ve gaddar olanların dünyasından öte, emeğin eyleme dönüşmesiyle. kötülere ve kötülüğe köle değilken ‘insanlık’, “aydınlanma, kişinin kendi usunu kullanmaya cüret etmesidir” düşününün bireysellikten evrenselliğe evrilip yeryuvarı sarmalamasıyla karanlık “şey”lerden kurtulabilir, “insan, yalnızlık içinde yaşadığı durumun acılarını duyar” hüzün yüklü rûh yapısını aşarak, birleşmenin gücüyle acıdan sevince, tokluğa, bolluğa paylaşa paylaşa gerçeğin dilini, söylemini, eylemini kura kura, yapa yapa geçebiliriz, çağın korku kültürünü yoksayarak ‘belki’den öte, şâirler, yazarlar, düşünürler, bilim insanları, sanatçılar; işçiler, emekçiler, emekliler, çocuklar, gençler, yaş almışlar ve azınlıklar, halklar, özce ‘insan’la insanca el ele sırf umuda yaslanmadan ‘her şeye rağmen’ ve o vakit “güzel günler” görebilir ancak “tüm dünya’nın güzel insanları” dert küpü olmaktan çıkıp, yaşama sevinciyle. (ey da vinci, ey kant, ey diderot ey!...)

Comments


bottom of page