top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıAynur Kulak

“Hiçbir zaman tamamlanmasa bile, özgürlüğü bulmaya çalışmaya her zaman değer.”

Aynur Kulak, Katharina Volckmer ile söyleşti: "Geçmiş nesiller, aldığımız miraslar, kimlikler, bedenlerimiz adına benliklerimiz ve ötekiler hakkında çok tartışılan bir yüzleşme anlatısı olan Randevu odağında Dünya Çağdaş Edebiyat’ı içerisinde cesur ve özgün bir ses olarak yerini alan Katharina Volckmer ile konuştuk."




Katharina Volckmer’in İthaki Yayınları tarafından yayımlanan ilk romanı Randevu, çağdaş Alman neslinin kendinden önceki nesillerle yüzleşme, hesaplaşma metni olarak yayınlandığı ilk günden itibaren Almanya’da büyük tepkilere yol açtı. Geçmiş nesiller, aldığımız miraslar, kimlikler, bedenlerimiz adına benliklerimiz ve ötekiler hakkında çok tartışılan bir yüzleşme anlatısı olan Randevu odağında Dünya Çağdaş Edebiyat’ı içerisinde cesur ve özgün bir ses olarak yerini alan Katharina Volckmer ile konuştuk. 


Almanya doğumlusunuz, İngiltere'de yaşıyorsunuz. İlk romanınız olan Randevu’yu Almanca değil İngilizce yazdınız. Anavatan ve anadil kavramları ve bu kavramların gerçekleri üzerine konuşarak başlayabilir miyiz söyleşimize? Sizinle ilgili bu konularda tartışmalar hiç bitmemiş. Hatta The Appointment Almancaya çevrildikten sonra daha da büyüyen tartışmalar olmuş. 

K.V: Hayat bana vatan ve ana dil kavramlarının sandığımızdan daha esnek olduğunu öğretti. Birlikte büyüdüğümüz dil, hayatımızın geri kalanında en akıcı şekilde konuşacağımız dil olmayabilir. Dil her zaman değişim halindedir; Onu tam olarak yaşadığımızı düşünsek bile bize her zaman yeni bir şeyler öğretebilir. Anne babamızın (ya da bizi yetiştiren kişinin) dili/dilleri bize (irademiz dışında) verilen bir şeydir, ancak onunla ne yapacağımız birçok açıdan bize bağlıdır.


'Vatan' kavramının insanlara mutluluktan çok acı yaşattığına inanıyorum. Bir Alman olarak, şu anda Alman siyasi söyleminde rahatsız edici bir popülerliğe sahip olan bir terim olan “heimat” (Vatan) kavramından şüpheliyim. Evim demeyi seçtiğiniz yer olan “wahlheimat” (Benimsenmiş vatan) kavramını daha çok tercih ediyorum. Bu, insanların farklı yerlerde kendilerini evlerindeymiş gibi hissetmek isteyebilecekleri (ve bazı durumlarda buna zorlanacakları) ve bu olasılığa açık olmamız gerektiği gerçeğine olanak tanıyan bir kavramdır. Bir yerde kendini evinde hissetmek elbette önemli ama bu hak milliyet, din, ırk, sınıf, cinsel yönelim vb. gibi dış etkenlere bağlı olmamalı, asla bir dışlama mekanizması olmamalıdır.


Romanımın Almanca basımı aslında çok tartışmalı değildi. Korkulacak bir şeyin olmadığı ortaya çıktı.


The Appointment'i yazmak ile ilgili size masanızın başına oturtan sebepler nelerdi? "Yıllardır aklımda vardı ve artık oturup yazmak istedim" mi olur buradaki cevabınız yoksa, "Romanı yazmamı tetikleyen şöyle bir şey oldu ve bu da bardağı taşıran son damla oldu, oturup yazdım." mı dersiniz. Sanki tüm romanı bir anda oturup yazmışsınız ve kısa süre içerisinde de bitirmişsiniz gibi geldi.  

KV: Birkaç yıl önce Berlin'den bir arkadaşım dairesini birkaç günlüğüne bana bıraktı. O sırada romanın sesi kulağıma geldi. Bir kısa öykü yazıp birkaç kişiye gösterdim. Hepsi de beğendi ama aynı zamanda çok tartışmalı olduğu için yayınlanamayacağını da düşündüler. Şu anki Fransız editörüm/ajansım bunu bir romana dönüştürmem için beni teşvik etti ve -doğru tahmin ettiniz- kitabı birkaç ay içinde yazdım. Böyle bir metni bu etkiye sahip olması için hızlı bir şekilde ortaya çıkması gerekiyor. Yazarken belirli bir konu beni yönlendirmedi, sadece sesi takip ettim. Çok keyifli bir süreçti.


“Sanatın üzücü olmaması anlamında bir rahatlık kaynağı olması gerektiğini düşünmüyorum. İnsanlara ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Bu konular hakkında konuşmanın yeni yollarını arıyordum.”

Romanın tematik unsurları Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı sonrası temize çekilip, düzeltilemeyecek olan unsurları üzerine kurulu. Savaş, soykırım, travmalar, kimlik, beden, cinsellik -ve cinsel tercihler- ve tüm bu tematik unsurların yeni nesildeki yansımaları. Bu sert tematik unsurları öyle akıcı bir anlatımla yazmışsınız ki, kendimizi metnin içinden çekemiyoruz. Sonrasında da kalıcı duygusal etkisinden kurtulamıyoruz. Bunun nedenlerini neye bağlayabiliriz? Çok sert tematik unsurlarına rağmen çok da duygusal bir metin aslında dersem, buna katılır mısınız?

KV: İnsanlar üzerinde böyle bir etki yaratan metinleri her zaman bir tenis topu makinesine benzetmeyi severim. Sanatın üzücü olmaması anlamında bir rahatlık kaynağı olması gerektiğini düşünmüyorum. İnsanlara ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Bu konular hakkında konuşmanın yeni yollarını arıyordum. Çünkü tarihimizle nasıl 'başa çıkacağımıza' dair söylemin oldukça çıkmaza girdiğini ve çoğu zaman pek de yararlı olmadığını her zaman fark ettim. Metnin duygusal tarafı, anlatıcının kendi kırılganlığına açılmasıyla büyük ölçüde bağlantılı. Metin bir yolculuğa çıkıyor ve hem kendini hem de duygularını bulup, kabul ederek güç buluyor. Bana göre romanın bununla çok ilgisi var; erkek olmayan insanların nasıl zayıf bir konumda doğdukları ve bunu güçlü bir konuma dönüştürmek için neyin gerekli olduğu.


“Artık bir millete ait olmak istememek ne anlama geliyor? Bedenimizden kurtulmanın bir yolu var mı? Kendim için bulduğum cevap şu: Hiçbir zaman tamamlanmasa bile, özgürlüğü bulmaya çalışmaya her zaman değer.”

Hikâyeyi bize baştan sona anlatan anlatıcı karakterin cinsel yönelimleri, seçimleri ve bedeni ile ilgili bir takım değişikliklere gitmek istediğinden dolayı operasyondan önce doktoru ile konuşmalarını dinliyoruz. Almanya'nın dünya haritasındaki fiziksel varlığı (yani bedeni) ile insan bedeninin ve cinsel tercihlerinin karşılaştırıldığı çok şahane yazılmış cümleler, pragraflar var. Koskoca medeniyet ile yeni nesil dürüst bir noktadan iletişime geçti ve bunu özgür beden, özgür cinsellik yolunu seçerek yaptı veya hâlâ yapamadı;  Randevu romanının anlatmak istediği ana meselesi, ana derdi bu diyebilir miyiz?  

K.V: 1945'ten bu yana herhangi bir neslin iletişim kurmanın dürüst bir yolunu bulup bulmadığından emin değilim, henüz o noktada olduğumuzdan da (ya da ileride olacağımızdan da) emin değilim. Benim için roman kimlikle ilgili ve bedenle başladığım için anlatıcının hikâyesinin merkezinde o yer alıyor. Kendimizin ve bedenlerimizin hangi yönlerini değiştirebileceğimizi ve her zaman başarılı olamasak bile sadece deneyerek neler kazanabileceğimizi keşfetmek ilgimi çekiyor. Artık bir millete ait olmak istememek ne anlama geliyor? Bedenimizden kurtulmanın bir yolu var mı? Kendim için bulduğum cevap şu: Hiçbir zaman tamamlanmasa bile, özgürlüğü bulmaya çalışmaya her zaman değer.


Doktor Seligman karakterini konuşmak istiyorum sizinle. Doktor Seligman romanın ilk cümlesi ile birlikte ve sonraki tüm cümlelerde hemen hemen hiç konuşmayarak, sessizce hep var. Doktor Seligman kim? Veya neyin temsili olarak var? Bir tarihin, geçmiş nesillerin, baba, anne, aile kavramlarının ve aslında Yahudi kimliğinin bir yansıması mı? Yoksa yenilenmek ve travmatik yüklerinden kurtulup iyileşmek isteyen yeni nesil için değişimin sembolü mü? Hikayenin anlatıcısı neden zihnindeki tüm önemli ayrıntıları ona anlatıyor?

K.V: Anlatıcının boşluğa konuşmaması, birisiyle konuşması benim için çok önemliydi (bugünlerde insanlar boşlukta konuşarak çok fazla zaman harcıyorlar). Bir Alman için bir Yahudi ile bu kadar açık konuşmanın ne anlama geldiğini açıklamak zor ama Dr. Seligman metnin kesinlikle merkezinde yer alıyor. Anlatıcı karakter doktorun sessizliğini aşmak zorunda ve birçok Alman gibi doktor  da sahip olamayacağı bir tür affın peşinde. Ve o bu affı farklı şekillerde elde etmeye çalışıyor. Bu yüzden onun konuşmaması, sessizliği benim için çok önemli. Aynı zamanda vücudunda neler olup bittiğini biliyor, hayatının o kısmını ona açıklamak zorunda kalmıyor, böylece diğer yüküne odaklanabiliyor. Mirası ve kaçamadığı tarihi. Bu farklı anlatı dizileri ve bunların sonunda nasıl bir araya geldiği beni çok ilgilendiriyordu. Romanı yazarken anlatıcı kadar Dr. Seligman da yanımdaydı ve sanırım en sevdiğim karakter o oldu.


“Her zaman bir yazar olarak (aynı zamanda genel olarak bir insan olarak) insanları güldürmenin işimin bir parçası olduğunu düşünüyorum ve şu anda pek çok alanda tanık olduğumuz mizah eksikliğiyle sık sık mücadele ediyorum. Mizah anarşist bir alan benim için.”

Hayatımız, arzularımız, kişiliğimiz, benliğimiz ve benliğimizde gölgede kalan öteki tarafımız. Tüm bunlara bir anlatıcı ile ayna tutuluyor ve aynada gördüklerimiz gerçeğin ta kendisi olmasına rağmen ironi ve mizah Randevu’da anlatılan her ayrıntıyı güçlendiriyor. Kendiliğinden mi oluştu yoksa politik, sosyolojik ve kültürel travmalar sonrası böyle bir mizahtan, ironiden kaçılamazdı, metin de bu yüzden anlatım olarak hiciv unsurlarına ve mizaha yaslandı?  

K.V: Her zaman bir yazar olarak (aynı zamanda genel olarak bir insan olarak) insanları güldürmenin işimin bir parçası olduğunu düşünüyorum ve şu anda pek çok alanda tanık olduğumuz mizah eksikliğiyle sık sık mücadele ediyorum. Mizah anarşist bir alan benim için. Güldüğümüzde ne olduğunu bile tam olarak bilmiyoruz. Bu bizim kontrolümüz dışında ve bu durumu aynı zamanda çok ilginç buluyorum. Romanı okuduktan sonra birçok okuyucu bana şakalarıma gülmelerine izin verilip verilmediğinden emin olmadıklarını söyledi ve bu benim için çok heyecan verici. Birini güldürmek, ağlatmaktan çok daha zordur ve mizahın insanlar üzerindeki etkisi çok daha derindir. Bu romanı ciddi bir tonla yazmam imkansız olurdu. Yaşadığımız bu dengesiz dünyada hayatta kalabilmek için hepimizin mizaha ihtiyacı var.


Kıyamet Edebiyatı (Apocalyptic Literature) veya Kıyamet Sonrası (Post-Apocalyptic Fiction) edebiyat sizinle konuşmayı çok istediğim konulardan. Avrupa Edebiyatı metinlerinde bu iki konu neredeyse mükemmel derecede yazıldı ve çağdaş edebiyat içerisinde de hâlâ yazılmaya devam ediyor. Bu durum bir tesadüf mü?

Şu anda yoğun olarak kıyamet zamanlarını yaşıyoruz. Kurgu eserler insanların bu tür kurguya yönelik çağdaş özlemi açıklayabilecek belirli duygu ve korkuları deneyip keşfetmelerinin bir yoludur. Bireye olan ilgiyi paylaşıyorum, ancak Avrupa'da farklı bireylere farklı haklar verdiğimizin ve bunun bir sorun olduğunun da farkındayım. Fakat genel olarak bu tür yazılar benim için en ilgi çekici olanı. Bir karakterin bireysel, duygusal manzarasını okumayı severim. Dünyayı anlamanın bir yolu olarak her zaman oradan başlamayı severim. Başka bir kişinin içinde neler olup bittiğini bilmek imkansızdır, bu yüzden öğrenmeye çalışmak çok heyecan verici.


Üzerinde çalıştığınız yeni bir roman var mı? Öncelikle bunu merak ediyorum ve çağdaş dünya edebiyatı ile ilgili takip ettiğiniz yazarlar var mı? Çağdaş Dünya edebiyatını nasıl buluyorsunuz? Özellikle de Avrupa Edebiyatı, nasıl gidiyor?

KV: Yeni bir roman yazdım. Kısa süre önce Fransa'da Wonderfuck adıyla yayınlandı ve gelecek yıl burada, İngiltere'de farklı bir başlık altında yayınlanacak. Anladığım kadarıyla edebiyat, farklı görüş ve bakış açılarına daha açık olmaya çalışan bir süreçten geçiyor ve sonunda bunun gerçekleşmesinden mutluyum. Yeniden keşfedilen klasikler açısından bile yeniden basılan o kadar çok kadın ve eşcinsel ses var ki. Çok heyecan verici buluyorum, gerçek bir değişim gibi geliyor bana tüm bunlar.


Uzun süren bir Pandemi dönemi, global kapanma, sonra derin ekonomik krizlerin başlaması, sıcak savaş döneminin yeniden hortlaması. Zaten uzun süredir var olan iklim krizleri, teknolojik krizler, dijitalleşen dünyanın yakalanamayan hızı. Dünya yenileniyor deniyor ama umudunuz var mı? 

K.V: Umut olmadan sanat yapabileceğinizi (veya hayatta kalabileceğinizi) düşünmüyorum. Almanca'da söylediğimiz gibi, ölecek son şey bu.

Comments


bottom of page