top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Sahiden

"Öteki  rengi  görmüş,  tanımış  ve  artık  bilmiştim.  Ama  yine de:  ‘Tek  gerçek  şeffaf  olandır,  bilinen  tek  renk  beyaz.’,  diye  söylenip  dururdum.  Odamdalarken."


Süleyman  Yıldırım


Sanırım  bir  kıştı.  Hangi  kıştı  anımsamıyorum.  Emin  değildim.  Olanlardan.  Hem de  hiç.  Ancak  içinde  bulunduğum  duvarlar  kadar  şeffaf,  bunlar  kadar  açık.  Öyle  söylerlerdi.  Yanıma  gelip  giden  beyazlılar,  yine  aynı  kendi  renklerinde  duvarlar  içinden  içeriye  sızıp  bana  bembeyaz  ilaçlar  verenlerin  söyledikleriydi  bunlar.

Asıl  ben  tek  bir  şeyden  o  kadar  emindim:  İçimden  gelen  kıpırtı.  Kıpırtılardan.  Kimi  baş ucumda,  kimi  yatağımın  altında.  Tavan  köşelerinde.  Bunlar  öyle ki  beyazlıların  koltuk  altları,  omuz  başları  ve  kasıklarına  yerleştiklerini  görürdüm.  Üstelik  kapkara,  kara  idiler de  bunlar.  Bana  sanıldığı  gibi  şeffaflığın  gerçekte  olup  olmadığını  düşündürüp  dururdular.

Bunları  görmeye  başladığım  gibi:  ‘İçimde  kıpırdanmıyorlar mı?  Değiller mi?  İçimde  kıpırdanmalarına,  oradan  çıkmaları  ve  hatta  etrafa  yayılmalarına  engel  olamam mı?’  Daha  sonra  sonralardan:  ‘Evet,  bunu.  Hiç  yoktan  bunu  yapabilirim’,  diye  ardı  sıra  düşüncelere  kapılır,  kendi  kendimi  telkinlerdim.  Yine de  elimden  iyi  ya da  kötü  hiçbir  şey  gelmez.

Bahsini  ettiğim:  Mini,  minnacık?!  Böcekler mi?!  Benden  başka  kimselerin  göremediği.  Oysa  nasıl da  her  şeyin  apaçık  olduğuna  inanıp bunu  söyleyebilirlerdi.  Gelip  gitmeyi  sürdürürlerken.  Bembeyaz  olmuş,  bunları  bilmezlerdi.  Her  bir  yeri  tuttuklarının  ise  hiç  farkına  varmazlar.  Ellerinden  anlardım.  Odamdan  çıkmamacasına  ötelerine  berilerine  anbean  aksayışlarından.  Durmaksızın  kaşınacaklarını.  Ama  ben  aksamazdım.  Bağlı  olduğumdan?!  Bir  şeyden  daha  emindim:  Kaşıntılarının  beni de  tutmayacağından.  Durup  gülümserdim.  Bir  türlü  nasılsa  anlam  veremezlerdi.  Sevinirdim.  ‘Olsun.’,  diye  başlar.  İçimden  konuşur:  ‘Varsın  kaşınsınlar. Ben de  hep  bu  odada  kaşınsam,  etrafımı  alsa  bu  küçücük  şeyler  ne  olur?!’  Nasıl  olsa  artık  bir  öteki  renk.’,  derdim.  Öteki  rengi  görmüş,  tanımış  ve  artık  bilmiştim.  Ama  yine de:  ‘Tek  gerçek  şeffaf  olandır,  bilinen  tek  renk  beyaz.’,  diye  söylenip  dururdum.  Odamdalarken.  Üstlerinin  giderek  karardığını da mı  görmezlerdi?  Günlerce  aynı  önlüğü  giyindiklerinden mi  bu  böyle?!

Mutlaka  bu kararmalar,  daha   ötesi  karaltılar  benimkilerin  işi.  Fark  edemedikleri  benimkiler?  Böceklerin  işi mi?!  Renk  vermez,  tek  kez  olsun  bir  şey de  söylemezdim.  Susar.  Dinler,  başımı  sallar  ve  yine  susardım.  Önlüklerinin  yenlerinden  bana  sallanan  ellerini  görür  görmez  ise  onlardan  olan  çekincem  giderek  yok  olur.  O  kez  hiç  biri  aksamaz.

Aksamayan  yeşili de  görmüştüm.  Onda  yaban  otları,  aksamayan  ağaçlar,  dallarındaki  yaprakları.  Belki  ilk  kez  gördüğümü  -  odamdaki  kapkara  böcekleri  gördüğüm  gibi  -  sanmıştım.  Geniş mi  geniş,  uzun  mu  uzun  yolu  olan  bir  yanında   ise  koskoca  eli  başında  duran  heykelin  olduğu   büyük  bahçeden  dışarıya  doğru  yürümüştüm.  Hava  giderek  kararmıştı.  Tıpkı  beyazlı  ötekilerinin  önlüklerininkince.  O  binadan  sonunda  çıkabilmiştim. 

Dışarısına  doğru  yürüdüğüm  bahçede  başka  böcekler,  cırcır  böceklerine de mi  rastlamıştım?!  Tıpkı  öteki  türdeşleri  ve  kendilerinden  ayrı  bir  benim  gibi  belli  etmeyip  renk  vermezler  diye  ummuştum.  Beni  tek  seferde  anlamış  gibi  ötmeyi  o  an  bırakmışlardı.  Geriye  doğru  bakmıştım.  İçinden  çıktığım  bembeyaz  bina  ile  ona  girmekte  olanların  gözle  görülür  derecede  karardığını  anlayınca  tekrar  tekrar  bir  sevinç  benliğimi  sarmış.  Hayatta  beyaza  boyalı  ne  varsa  binalar,  duvarlar,  ilaçlar,  insanlar   kararıp  elle  tutulur  hale  gelmişti.  Ellerimi  uzatsam  uzanıp  hepsini  bulabilirdim.  Ama  oradan  bir  an  evvel  gitmeyi  yeğlemiştim.  Kendimden  daha  emin  iyice  uzaklaştıkça  ta  en  başından  beri  orada,  insanlara  vaatlerde  bulunurcasına  duran  düşünen  adam  heykeli  gitgide  daha da  belirsizleşmiş.  Sonunda  kendi  evimin  iki  küçük  göz  kara  penceresine  dönebilmiştim.  İkisinin de  apansız  gökyüzünü,  dallarındaki  yapraklar,  ağaçlar  ve  yerdeki  yaban  otlarını  gördüğünü  tahmin  ederek.  İçimden  yine:  ‘‘Ne  çok  renk  varmış,  ne  çok  öteki  renk.  Beyazdan,  karadan  başka.’’,  konuşup  ‘Artık  elimden  çok  şey  gelebilir’,  diye de  düşünmeden  edememiştim.  Şimdi  tam da  bu  andan  sonra  beni de  kaşıntılar  tutabilir  diye  endişeye  kapılmaya  başlamış  ama  neden  ise  evimde  yatağımı,  yatağımın  baş  ucunu  ve  bilhassa   tavan  aralarını  sarmakta  olan  böcek  ağlarına  dokunmamıştım.  Elimi  başıma  götürmemeye.  Kimseyi  dinlememeye,  başımı  herhangi  birine  sallamamaya   ve  susacakken  susmayıp  istediğimi,  istediğime  söylemeye  başlamış.

Ama  aslında  her  şeyin  başlangıcında  çiçekler  vardı,  hem  bin  bir  renkten  çiçek.  Yaban  otları  arasından  sonra  onlar  gibi  gökyüzüne  uzayan  ağaçlar,  dallar,  yapraklar.  Başımı  gökyüzüne  çevirdiğimde  ise  onlardan  ayrı  renkte  bir  gökyüzü.  Hiç  aksamayan  bütün  bunlar.  Hepsi  ayrı  renkti de  nasıl da  tümünü  kaybetmiştim.  Sanırım:  ‘Mantığını  tamamıyla kaybetmiş.  Kendinden  bile  emin  değil.  Hastalanmış.  Burada  bir  süre  yatıp  tedavi  görmesi  gerekiyor’,  kendilerinden  emin  dediklerine  kulak  misafiri  olduğumdan  beri.  İşte  o  zamandan  beri  o  öteki  renklerden  ırak  binanın  bir  süre  misafiriydim.

Söylediklerini  duyduğumdan  beri  halen  içimden  gelen  kıpırtı,  kıpırtılarından  o  kadar  emindim ki  hepsinin  sesiyle  hemhal  olup  renklerin  içindeki  her  birine  artık  öylesine  aşina  olmuştum.  Üstelik  aylardan  bir  yaz  ayı  olduğundan  aksayan da  hiçbir  şey  kalmamışken.   İçimdekiler  şimdilerde  gece  böcekleriydi,  hep  birlikte  ötüşen  ama  hepten  ayrı  ağızdan.  Şeffaflıktan  o  kadar  uzak  ve  aslında  o  kadar  sahiden.

コメント


bottom of page