Hangimiz daha barbar?
Şule Tüzül Sema Kaygusuz’un Barbarın Kahkahası adlı romanı üzerine yazdı: Şiddetin kanıksadığımız, yaşamlarımızın doğal bir parçasına dönüşen hallerini odağına alarak irdeleyen roman, bir sahil kasabasında tatilcilerin kaldığı bir otelde geçen olayları anlatıyor.
Sema Kaygusuz’un Barbarın Kahkahası adlı romanı 2015 yılında yayınlandı. 2016 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü’ne değer bulundu. İki kişi arasındaki sözlü sözsüz iletişimden toplumun geneline her alanda, bazen görmesek ya da gündelik yaşamın doğal bir parçası olarak kanıksayarak yaşasak bile, şiddet var. Bazen bakışlarımızla bile birbirimize şiddet uyguluyoruz. Şiddetin kanıksadığımız, yaşamlarımızın doğal bir parçasına dönüşen hallerini odağına alarak irdeleyen roman, bir sahil kasabasında tatilcilerin kaldığı bir otelde geçen olayları anlatıyor. Okudukça görüyoruz ki anlatılan bu coğrafyanın tarihi ve insanları. Aynı zamanda evrensel, çünkü insan olmanın temel meselelerini masaya yatırıyor Sema Kaygusuz.
Sema Kaygusuz okumak benim için her zaman kelimelerin büyülü dünyasında tadına doyulmaz bir yolculuğa çıkmak demek. Kelimeler, Kaygusuz’un kaleminden çıktığında başka bir şeye dönüşüyor, ne anlatırsa anlatsın yepyeni bir dilin masalsı dünyasına girmiş gibi oluyorum. Kelime ve cümlelerinin özgün bir lezzeti var. Anlatılan her an gözünüzde canlanıyor, o ana ait tüm duygular sayfadan bedeninize akıyor. Bu kitapta da Kaygusuz, günlük dilde pek kullanmadığımız sözcüklerle bezemiş anlatısını. Buna rağmen ne sözlüğe ihtiyaç duyuyorsunuz ne de bu sözcüklere takılıp kalıyorsunuz. Metin kayarcasına akıp gidiyor.
Bir motelde ya da gündelik yaşamımızın herhangi bir yerinde karşılaşacağımız en sıradan olaylar, Kaygusuz’un yarattığı dünyada, edebi tadı yoğun, masalsı, şiirsel bir anlatıma dönüşüyor.
“ağaçlar ağaçlardan olur, biz uzaklardan…”
“göğün sözcüğü bulutsa madem, insan sesi niçin dönüşemiyor harfe…”
Ve edebi bir eserin olmazsa olmazı: mizah. Kaygusuz’un roman ve öykülerinin hamurunda tam kıvamında yoğrulup bize ulaşıyor.
Roman, sanki elinize bir kamera almışsınız da bir hikâyeden diğerine geçiyormuşsunuz gibi ilerliyor. Her hikâye, kendine ait bir başlıkla ayrı bir bölüm olarak yer alıyor kitapta. Her biri kendi başına bir öykü olabilecek bu bölümlerde Kaygusuz, farklı anlatım teknikleri uygulamış. Kitapta iki anlatıcı var; biri yazar anlatıcı. Bölümlerin çoğunda onun kaleminden okuyoruz olayları. Diğeri ise motel sakinlerinden Simin Hanım. Tıp tarihçisi ve deontolog. Kitap sayesinde öğreniyorum deontolojiyi, yani meslek ahlakı üzerine bir bilim dalı olduğunu. Simin Hanım ara sıra sözü alıyor, italik harflerle yazılmış ayrı bir bölüm olarak, motelde yaşananları bir de onun gözünden okuyoruz. Simin Hanım, mesleki birikimini de yansıttığı anlatımlarında konudan kopmadan tıptan tarihe, bitki biliminden psikolojiye bambaşka dünyalarda geziniyoruz.
Her bölüm aslında motel sakinlerinden birkaçının diyaloglarına konuk oluyoruz. En ilginç olanlarından biri “Esrariler” başlığını taşıyan bölüm. Motelde çalışan garsonlardan Alikâr ve Selçuk, akşam herkes yattıktan sonra esrarlı sigaraları ile binalardan birinin çatısında uzanıp sohbet ediyorlar. İkisi de birbirini dinlemiyor aslında, bilinç akışının iki monoloğa dönüşen sözcükleri oluveriyor okuduklarımız. Sayfanın bir yanında Selçuk’un diğer yanında Alikâr’ın konuşması yer alıyor. Düşünce balonları gibi. Okudukça bizi şaşkına çeviren felsefi bir metne imza atıyorlar.
Diğer bölümlerde, kamusal bir alanda cinsellik ve orgazm hakkında bağıra bağıra sevgilisi Ufuk’a nutuk çeken Eda’nın; iki günü iskelede yatıp kalkarak geçiren, eşcinsel oldukları düşünüldüğünden motel sakinlerinin büyük bölümü tarafından ötekileştirilen Melih ve İsmail’in; alışıldık ve kabul görmüş davranışların dışında davranışlarda bulunduğu için yine motel sakinlerince dışlanan ve hatta dayak yiyen Turgay’ın ve Melih’in; ve diğerlerinin sohbetlerine tanık oluyoruz. İşte tüm bu insanlar, biziz. Bizim, bu coğrafyanın insanları. Kaygusuz, aslında her birimizin her gün bizzat içinde bulunduğu ya da tanık olduğu bu sohbetleri, bir ayna tutar gibi aktarır bize. Üstelik bunu hiç gözümüze sokmadan, yaşamın doğal akışının bir parçası, hayatımızda nasılsa öyle sunar. Önyargılarımızın önyargı olduğunu, yaşam biçimlerimizin çelişkilerini, paradokslarını, ikiyüzlülüğünü ve sahteliğini okurken fark ederiz.
Kitabın ilk sayfasında yoğun bir umutsuzluk ve akabinde kabulleniş barındıran bir dörtlük yer alıyor:
“Bu ahval geçmeyecek
lütfen ısrar etmeyin,
Hiç olmazsa tüylerimin
yönünde okşayın beni.”
Bu dörtlüğün duygusu ile okumaya başlayıp, bu duygu ile bitiriyoruz romanı…
KulturAiterA Kitap Kulübü’nün Kasım 2021 kitabıydı Barbarın Kahkahası ve ne mutlu bize ki Sema Kaygusuz da toplantıya katıldı. Kitaba dair söyledikleri ile bu dörtlük daha çok anlamına kavuştu benim için. Kaygusuz’un tüm kitapları gibi Barbarın Kahkahası da insanı merkeze almayan, doğa ve hayvanları es geçmeyen bir dile sahip. Kitabın benim için en önemli yanlarından biri, “et” meselesini, bu konudaki barbarlığımızı, çelişkilerimizi, ikiyüzlülüğümüzü ve bencilliğimizi tüm yönleri ile masaya yatırması. Sema Kaygusuz ise, doğaya dair bizim tarafımızdan yapılan tüm tanımların geçersiz olduğunu, çünkü doğadaki her şey gibi insanın da doğanın içinde olduğunu ve bir şeyin içindeyken onu asla tam olarak tanımlayamayacağımızı söylüyor. Dolayısıyla, kitabında doğa ve hayvanlar konusunda bir tavır sergilemekten çok, bu konudaki çelişkili yaşamımızı anlatmaya çalıştığını paylaştı bizimle.
Bu kapsamda, kitabın farklı bölümlerinde farklı av ve avcılık hikâyeleri ile karşılaşıyoruz. Bu hikâyelerin, kahramanlarını, tanıklarını ve dinleyenlerini nasıl dönüştürdüğünü okuyoruz. Öldürme deneyimi kaçınılmaz olarak insanı değiştiriyor. “Et” adını verdiğimiz şeyin öncesinde başka bir canlının bin bir anlamla yüklü bize bakan gözüyle, bir acıyla ya da kederle bağlantısının olduğu gerçeğini anlatan çok çarpıcı hikâyeler bunlar.
“Ama çırpınan balık çareyi düşünmüyor, soluk aldığı denizi arıyor. Kendini değiştirmeye çalışmıyor. Acayip bir şey, anlatması çok zor. Ne kadar zavallı olduğumuzu düşündüm o zaman. Hele balıkla karşılaştırırsan daha zavallı. En küçük bir zorlukta mucize bekliyoruz. Bir mucize için göğe yalvardığım günler oldu benim. Aniden buharlaşıp başka bir zamana sıçramak istediğim anlar oldu. Oysa balık oltaya takılınca deniziyle birlikte geliyor. Başka bir evrene yeltenmiyor. Mucizeyi değil denizini arıyor.”
“Bu bile insan hilesi. Acıyı göremeyince canı yanmıyormuş gibi düşünüyorsun.”
Kaygusuz bu kitabı, Gezi’nin hemen ertesinde yaşadığı öfke ve umutsuzluğu içinden atabilmek için yazmış. İyi ki de yazmış, böylece biz okurların öfke ve umutsuzluğuna da tercüman olmuş.
150 sayfalık bir roman Barbarın Kahkahası. Koca bir ülkeyi, tarihini, insanlarını, genel olarak insana dair açmazları, çelişkileri, şiddeti, barbarlığı ve daha pek çok şeyi bu kadar kısa bir romanda anlatabilmek… Her cümle, her bölüm başlı başına derin, üzerine ne kadar konuşulsa az…
İnsanlık, tarih boyunca tüm bencilliği ile insanı yaşamın merkezine koymuş, her şeyin insan için olması gerektiği düsturundan yola çıkıp kendini ve dünyayı bugünkü haline getirmiş. İnsanlığın ve dünyanın halinden memnun musunuz? Memnunsanız ne mutlu size. Ben memnun değilim. Bu “ahval”den memnun olunmasından da memnun değilim. Vahşi sıfatını yakıştırdığımız hayvanlardan bir tanesinin bile organize biçimde bir katliam yaptığına, işkence yaptığına, eşine ya da çocuklarına şiddet uyguladığına, bir annenin çocuğunu çalıp son damlasına kadar sütünü sömürdüğüne, yediği hayvanı kendine de zarar verecek her türlü kimyasalı kullanarak milyarlarca üretip yedirdiğine dair bir bilgi duymadım hiç. Oysa insanın vahşetinin sınırı yok. Barbarın Kahkahası, isterik kahkahalarla bunu yüzümüze vuruyor.
“Görmeye alıştığı her şeyin hemen hemen iflas ettiği, yaltaklanmanın takdir, yılışmanın şefkat yerine konmadığı, yüzleşeyim derken yüzsüzleşenlerin rıza bulmadığı, hiçbir sahte özrü bağışlamanın helal olmadığı, haklı hissetmenin ucuz, sorumluluk duymanın paha biçilmez sayıldığı, sonu gelmez mutluluk diktatörlüğünde sapkınca peşinden koşulan heveslerin tutkuları alt edemediği, kısmetle baht arasında tepe sersemi gezinenlerin erişemediği, vakti gelmeyen bir dünyayı aramanın kahramanlık olduğu, mülkiyetçi arzuların atıl kaldığı yeni çağına geçmek üzere iskeleyi terk ederken, hiç bakmadı arkasına.”
Metis Yayınları’nın kapaklarını genellikle çok beğeniyorum. Barbarın Kahkahası’nın kapağını da çok sevdim. Kitabın kendisi kadar çok şey anlatıyor okura. Kapakta, kocaman bir balığı iki eliyle arkasında tutan, üzerinde sadece iç çamaşırı bulunan bir çocuk heykelinin resmi yer alıyor. Mario Dilitz’e ait Büyük Balık ismini taşıyan heykelin çağrıştırdıkları roman boyunca bize eşlik ediyor. Bu nedenle kapak tasarımı için Emine Bora’nın ellerine sağlık.
Yazıyı bitirmeden, şu sıra Sema Kaygusuz’un gündeminde olan ve bizim de gündemimizde olması gerektiğini düşündüğüm bir konuya dikkat çekmek isterim. İsveç’de iki Türk akademisyen arasında geçen bir taciz davasına, eril dünyanın bir kadını sessizleştirmek için neler yapabileceğine dair T24 gazetesinde Sessizleştirme Harekâtı başlıklı bir yazı dizisi yazıyor Sema Kaygusuz. Barbarlığın, medeniyeti kendine kalkan yapan yüzü tarih boyunca kadın mücadelesinin en zorlandığı bölüm olsa gerek. Bu yazı dizisi, bir kişinin yaşadığı haksızlığa destek olmakla beraber, çok geniş bir kapsama sahip; özgürlük ve eşitliğin, “insan” olmanın hikâyesini yazıyor Sema Kaygusuz. Dürüst, gerçekçi, sözünü sakınmayan kalemi ile. Yine, haksızlık karşısındaki öfkesini sözcüklere dökerek. Çok kıymetli bir işe imza atıyor, okuyarak destek olmanızı dilerim.
Hangimiz daha barbar bunun önemi yok. Dünyanın herhangi bir yerinde acı çeken sadece tek bir canlı bile olsa, tek bir canlı haksızlığa maruz kalsa, hepimiz o acıdan, o haksızlıktan sorumluyuz, o acıyı yok edemediğimiz sürece hepimiz barbarız. Kendimizi sağaltmanın yolları vardır belki. Evet, belki vardır, ararsak belki…
BARBARIN KAHKAHASI
Sema Kaygusuz
Metis Yayınları, 2016
152 s.
Comments