“Şehrazat olup hikâyeler anlatmayı çok seviyorum”
Ayşegül Şahin, Doğukan İşler ile yeni öykü kitabı Dervişin Kulağı'ndan yola çıkarak kitaplar ve yazarlık üzerine söyleşti.
Öykü Yapım Çalışmaları (2014), Rüya Kadar (2016), Dünya Kiracısı (2019) adlı öykü kitapları ve Binbir (2021) romanının ardından çocuklar/gençler için kaleme aldığı eserlerle yazarlık yolculuğuna devam eden Doğukan İşler’den yeni bir öykü toplamı geldi: “Dervişin Kulağı”... Editörlük mesleğini de sürdüren İşler’le “Dervişin Kulağı”ndan yola çıkarak kitaplar ve yazarlık üzerine sohbet ettik.
Yeni öykü kitabınız “Dervişin Kulağı”, İthaki Yayınları’ndan çıktı. İçinde birbirinden bağımsız 16 öykü yer alıyor. Bunların bazılarını önceki yıllarda da okurla buluşturmuşsunuz. Bilgisayarınızın öykü, roman, gençlik hikâyesi fikirleri/denemeleriyle dolu olduğunu tahmin ediyorum. Yazdıklarınız arasından kitaba neden bu 16 öyküyü seçtiğinizi konuşalım öncelikle. Bu öyküleri aynı çatı altında toplayan ortak özellikleri neydi?
- Evet, doğru: Hem bilgisayarım hem de zihnim yazılmış, yazılmayı bekleyen, adım adım yazılmaya devam eden birçok öyküyle, romanla dolu. Yazdığım kadar sildiklerim de var tabii. Bir yazarın en büyük başarısı, silmeyi de bilmesidir. Yazdıklarımı demlenmeye bırakmayı, dönüp dönüp tekrar üzerinde çalışmayı, yeri geldiğinde de hiç acımadan silmeyi artık iyice öğrendiğimi düşünüyorum. “Dervişin Kulağı”ndaki öyküler de ortalama 5 yıl içinde yazdığım öykülerden arta kalanlar aslında. Bir kitap olma yolunda, aslında biraz da bilinçdışı bir süreç olarak öyküler birikiyor yan yana. Sonra tekrar elemeler, belki biraz daha üzerinde çalışılan metinler... Ortak özellikleri, artık onlara çok objektif bir şekilde bakabilmem diyebilirim. Okura gönderilebilir bir mektup olgunluğuna erişebilmeleri.
Kitaba adını veren öyküde usta işi bir mizah var. Kara mizah demek daha doğru olur sanırım. Nasıl doğdu, nereden ilham aldınız, paylaşır mısınız bizimle de?
- Eski meseller, tasavvufi anlatılar, kıssalar, masallar benim yazı dünyamdaki en önemli hammaddelerimden. Dilden dile dolaşan, çoğu yazılı bir metne geçmemiş olanlar özellikle de. Birebir dinlediğim bu anlatıları modern, hatta postmodern bir dona büründürüp anlatabilmek benim kendi kendime oynadığım en büyük oyun, hem de pek iddialı. “Dervişin Kulağı” da bu öykülerden biri. Şeyh Galip’in “Hüsn ü Aşk” eserinin sonunda söylediği o meşhur beyitin (Esrarını Mesnevî’den aldım / Çaldım velî mîrî malı çaldım) arkasına sığınıp bu postmodern ve söylediğiniz gibi kara mizah öyküleri kurmak, artık benim imzam bile oldu diyebilirim.
KENDİ LABİRENTİNİ KURAN FARE GİBİ OLMAKTAN MEMNUNUM
* ‘Genç yazar’ olmanın iki handikabı olduğunu dile getirmişsiniz eski bir yazınızda; “ileride hatırlamak dahi istenmeyecek eserler vermek” ve “çok iyi eserler vererek daha sonrasında kendini aşamamak”. Önceki eserlerinize dönüp baktığınızda, kaleminizin zaman içinde uğradığı değişim/dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz? Eski öyküleriniz için “Şimdi olsa farklı yazardım” dediğiniz oluyor mu?
- Sanırım ben hiç “genç yazar” olamadım... Yani şöyle; ilk kitabımdan bugüne büyük bir “cüret” taşıdığıma inanıyorum yazdıklarımda. Hâlâ da bu var, belirli bir olgunlukla elbette. O nedenle ilk öykümden bugüne hatırlamak istemediğim ya da “Bunu aşamam” dediğim bir metnim yok galiba. (Tabii, okurlar bu konuda bambaşka kararlar verebilir, o ayrı.) Tersine, genç Doğukan’ın cesareti, beni her yazıya oturmamda dürtüyor: “Sakın atalete düşme” diyor. “Sakın ‘ben yaptım oldu’ tavırlarına girme” ya da “Muhtemel okurlarının suyuna gitme” diyor. Kendi labirentini kendi kuran bir fare gibi olmaktan memnunum. Peynirin yerini biliyorum ama ona ulaşmak zorunda da değilim.
Editörlük ve yazarlık birbirini besleyen iki meslek, ancak bir noktada ayrışması da gerekiyor. İş icabı değil de keyif için okurken örneğin, kitabı editör gözüyle değerlendirmemek için özel bir çaba sarf ettiğiniz oluyor mu?
- Okur gözlüğüm hem yazarlığımdan hem de editörlüğümden daha kıdemli. Ama şöyle söyleyeyim; eğer bir kitabın cümleleri arasında gezinirken editör Doğukan konuşmaya başlıyorsa zihnimde, o kitap benim için can sıkıcı bir kitaptır. Çoğu zaman yarıda bırakırım. Tersine, yazar Doğukan konuşmaya başlarsa da o kitap benim için başucu kitabı olmaya adaydır artık. Genelde şunu söyler yazar Doğukan; “Ben yazmalıydım bunu! Ben yazmalıydım!”
‘YAZAR TIKANMASI’ DURUMUNU GERÇEKÇİ BULMUYORUM
Daha çok hangi türde kitaplar var masanızda?
- Kurmaca hep 1 numaradır: Öykü, roman. Ama işin teorik kısmına da çok meraklı olduğum ve yazı atölyeleri de düzenlediğim için yazmak üzerine ne varsa okurum. Ayrıca geleneksel metinler, tarih ve kültür araştırmaları, eleştiri metinleri de özel ilgi alanlarımdan. Hepsi yazımı besleyen, kalemimi sivrilten şeyler.
Sürekli ve çok okumanın faydaları var muhakkak, bu bir yana; hem editör hem yazar olarak aşırı dozda içeriğe maruz kalmanın olumsuz etkilerini yaşadığınız oldu mu hiç? Kitapseverlerin korkulu rüyası ‘reading slump’ (okuma tembelliği) ya da ‘writer’s block’ (yazar tıkanması) durumlarıyla karşılaştınız mı mesela?
- Kim demişti hatırlamıyorum ama “Sadece yazar olmayanlar boş boş kâğıda bakar” mealinde bir söz vardı. Bu yüzden “yazar tıkanması” durumunu pek gerçekçi bulmuyorum. Hangi ruh halinde, hangi psikolojide olursam olayım, konsantremi sağladıktan sonra yazmak benim için akan bir nehir. Tüm yazdıklarımı silsem de günün sonunda, tek bir kelime hayatımı kurtarır. Okuma tembelliğinden de ziyade, bazen gerçekten çok acemi ya da (ağır olacak belki ama) kötü metinlere maruz kalmam, beni “yazar tembelliği” ettiğime inandırıyor. “Yazabilirken, daha çok yazmalısın Doğukan, bunları okumak zaman kaybı!” hissiyatı.
ÇOCUKLAR İÇİN YAZARKEN EN ÖNEMLİ FAKTÖR: DOZ
*Kitap eleştirileri de yazıyorsunuz. Yazar kimliğiniz, eleştiri yaparken sizi frenliyor mu? Bir de kendi kitaplarınız hakkında olumsuz bir kritikle karşılaşırsanız, bunun sizdeki etkisi ne yönde olur? Olumsuz yorumlar olumsuz duygularınızı mı açığa çıkarır, yoksa eleştirileri kaleminize fayda sağlayacak şekilde mi karşılarsınız?
- Terazisini iyi kurmuş bir eleştiri metni bir yazarın en büyük destekçisidir. “Olumsuz” olarak algılamak yerine, “Neden böyle düşünmüş, haklılık payı nedir?” diyerek mutlaka heybeme atarım yazdıklarıma yapılan eleştirileri. Ben de eleştiri metinleri yazarken, bu teraziyi çok hassas bir şekilde kurmaya gayret ederim. Kaba tabirle ne övmeli ne dövmeli. Eleştiri, bizi bir basamak daha çıkardığı sürece, başımızın tacı olmalı.
“Çocuklar ve gençleri hafife alıyoruz. Onlar daha sert eleştirmenler. Kandırılması daha zor, oyuna gelmeyecek kişiler” diyorsunuz. Peki çocuk ve gençlere yönelik yazdıklarınızla yetişkinler için kaleme aldığınız işler arasında süre, özen ve çalışma biçimi bakımından farklılık var mı?
- Çocuklar ya da gençler için yazarken, Çehov’un da söylediği gibi “doz” en önemli faktör oluyor. Gerçekten de onları kandırmak imkânsız. Bazen bir cümle üzerinde bile günlerce düşünmek, ölçüp biçmek gerekebiliyor. Yazdığım metinleri okuyan çocuk/genç şunu söylemeli: “Ben de yazsam, tam da bu cümlelerle yazardım!” Bu sanırım çocuk/genç edebiyatının en önemli, en kıymetli ve en zor yanı...
ŞİİR: BİR KELİME SEVDALISININ EN FAZLA TAKILIP DÜŞECEĞİ TAŞLI VE ÇAMURLU YOL
*Edebiyatçı olmayı lisedeyken kafaya koymuş ve heybenizi doldurmaya da edebiyat ustalarının eserleriyle başlamışsınız, neticede kitaplarla örülü bir dünya inşa etmişsiniz kendinize. Sizin gibi yazar olmaya hevesli çocuk ve gençlere, “çok okumak” dışında ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
- Sadece kitapları değil, hayatı ve insanları da “okumak” bir yazar için edinilmesi gereken en başat özellik olmalı. Çünkü dikkatli bakar ve kulağımızı kabartırsak, aslında çevremizdeki her şey bir hikâye anlatmakta. Bir taş da, bir bakkal da, bir kedi de, bir bulut da... Kitaplar, hayatı ve insanları okumamızda bizlere kılavuz. Kitapları biraz da bu gözle okursak, duyduğumuz tüm bu hikâyeleri tabiri caizse nasıl kendi dilimize çevireceğimizi öğrenmiş oluruz. Sonrasında yazmalı, yazdığını silmeli, sildiğini yeniden yazmayı becerebilmeyi öğrenmek geliyor. İşin en zevkli, en acılı, en uzun yolculuklu tarafı...
*Öykü kitabınız var, romanınız var, çocuk ve gençlere yönelik çalışmalarınız var. Şiirleriniz de var ama şiir kitabınız yok. O da olur mu bir gün?
- Aslında sürekli hazırlayıp bozduğum bir şiir dosyam var. Hatta ilk kitabım da bir şiir kitabı olacaktı ama sanırım beni Allah korudu. Şiiri çok kutsal bulduğum için söylemiyorum; bir kelime sevdalısının en fazla takılıp düşeceği pek taşlı, sürekli batıp belki de çıkamayacağı çamurlu bir yol olduğu için bu düşüncem. Yıllardır yaza boza, belki bir gün gün yüzüne bir kitap olarak da çıkar şiirlerim, kim bilir.
*“Dervişin Kulağı” henüz çok yeni ama ‘öykü yapım çalışmaları’ devam ediyordur. Bir sonraki projenizi planladınız mı? Yakın dönemde neler bekliyor okurlarınızı?
- Çocuk romanım, çocuk öykülerim, roman taslaklarım... Ben de bilmiyorum, bilmemek beni de ayrıca heyecanlandırıyor. Kendi kendime “Şehrazat” olup hikâyeler anlatmayı da çok seviyorum böyle, sonu gelir mi gelmez mi bilmeden, yazmaya hep devam.
Yorumlar