top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Kim seçti bu yüzü bana?

Şehriban Özcan, İdil Başural'ın kaleme aldığı Soytarı adlı kitabı üzerine yazdı: "Gönül’ün kendinden yaşça küçük bir adama âşık olmasını anlatan bu romanda, hayatımızdaki yaşlılık algısına dair birçok değini var."


Şehriban Özcan


Yaşlılık kavramına farklı açılardan bakmamızı sağlayan İdil Başural’ın Soytarı adlı kitabı Everest Yayınları’ndan çıktı. Okurken, yaşlılıkla ilgili düşündüğümüz ya da bize düşündürülen her şeyi şöyle bir ortaya koyup gözden geçirdiğimiz bir roman bu. Gönül’ün kendinden yaşça küçük bir adama âşık olmasını anlatan bu romanda, hayatımızdaki yaşlılık algısına dair birçok değini var.


Yazar, yaşlılık ve beden algısı ile ilgili toplumun bize dayattığı sayısız ilişkiyi tartışmamızı istiyor. Yaşlılık önyargılarını bir bir ipe dizen İdil Başural, bunların hepsini Gönül etrafında topluyor.


Gönül’ün yaşamını okuyuculara katman katman açan Başural, yaşamdaki hiç aklımızdan geçmeyecek uçların aslında karşımıza aniden çıkabileceğini hissettiriyor. Mesela bugünlerde yaşadığımız deprem felaketi ile birdenbire evsiz kalmak gibi. Aç kalmak, kaza geçirmek, âşık olmak ve asla başımıza gelmeyeceğini düşündüğümüz çok şeyi yaşıyoruz.… Bütün bunlara ne kadar da yakın olduğumuzu bilmeyi tüyler ürpertici buluyorum. Saussure kavramları ifade edebilmek için “bağımlı zıtlık ilişkisi”nden söz eder. Soytarı’da da bu ilişkiden söz edebileceğimiz durumlar var. Yaşlılık ve bedensel arzuların zıtmış ama bir arada oluşu gibi…


Yaşlılığın biyolojik, sosyolojik, felsefi, psikolojik tanımları var. Günümüzde bedensel olarak yaşlılığı asla kabul etmiyoruz fakat ruhlarımızı aynılığa teslim ederek bedenimizden önce ruhumuzu yaşlandırabildiğimizin de farkındayız.


Beden, bireyin kontrolünde olabilirken ruh sanki bireylerin bilinçlerinden bağımsızmış gibi davranıyoruz. Yani yaşlanma ile başlayan birçok fiziksel etmenden sıyrılmak için uzmanlara başvurabilirken bilincimizi yaşlandırmamak için yapabileceklerimizle ilgilenmiyoruz.


Bedenlerimizin özgürce yaşlanmalarına izin vermeyip özellikle de kadınlara dayatılan genç kalma hali kanıksanmış görünüyor. Elbette insanlar nasıl diliyorsa öyle yaşamalı fakat bunun tercihten çok bir mecburiyet olarak ve hatta "daha iyi hissetmek" vaadiyle dayatılması üzücü.


Tıpkı Gönül’ün ikinci yaşam olarak görüp sarıldığı Gregory’nin yanında kendini daha genç hissetmek için yaptıkları gibi… Toplumun özellikle kadın bedenine zamanı durdurma görevi yüklemesi Gönül’ün gençleşme kararında bir etkendir. Yaşamda istediği başarıya ulaşamayan Gönül bir de yaşlanıp güvencesiz hissetmenin tedirginliğiyle boğuşuyor. Bu nedenlerle Gönül okuyucuya kendini ve tercihlerini aklama derdinde. Yaşlılığın kendi başına güvencesiz hissettirmesi söz konu olamaz ancak toplumun yaşlılıkla ilgili algısı Gönül’e değersiz hissettiriyor olmalı.


Toplumların yaşlılığa bakış açısı eskiden beri farklılık göstermiştir. Bu roman bize yaşlı kadınlara dair düşüncelerimizi gözden geçirmemizi söylüyor. Ana karakter Gönül de hem yaşlanma halinden hem de kadın olma halinden nasibini almış. Tıpkı Sevgi Soysal’ın Tante Rosa’sı gibi…


Çoğu toplumda yaşlılık bilgelikle eş değer tutulurken Antik Yunan dönemindeki bazı eserlerde görülebileceği gibi alay konusu olmuştur. Orta çağ’da cadılık hakkında yazılan kitaplarda özellikle yaşlı kadınlara dikkat edilmesinin altı çizilir. Avrupa’daki cadı avlarında yaşlı, yoksul ve muhtaç kadınların hedef alındığını anımsayalım. Bu tutumun izlerini Goya’nın eserlerinde de görebiliriz. Çoğu metinde korkunun, kötülüğün yaşlılıkla ilişkilendirildiği söylenebilir; Oz Büyücüsü’nde, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’de, Hansel ve Gretel’de kötü karakterlerin yaşlı bir kadın olması beni destekliyor. Bunlar tesadüf olamaz.

Öte yandan yaşlılığın bilgelikle eş tutulduğu toplumlarda kadınların yaş aldıkça artık birçok dünyevi eylemlerden, isteklerden elini eteğini çekmesi beklenir, ancak bu şekilde "bilgelik" unvanını alabilirler. Kadınların tonton yüzlü, masum, dünyayı arzulamaktan vazgeçmiş ve edilgin görünmesi istenir. Onun kendi için artık bir şey istemeyen ince tabirle ununu elemiş eleğini asmış olması gerek ki bilge sayılabilme olasılığı artsın.


İnsanların her yaşta dilediği gibi görünmesinin, giyinmesinin, hissetmesinin ve dilediği gibi yaşamasının kime ne zararı var ki? Ya da bütün bunlara kim nasıl karışabilir, kendinde bu hakkı nasıl bulabilir? Erkeklerde yaşlanmanın önüne geçme isteği yalnızca fallik başarısızlık yönünden olmuştur; hiçbir zaman erkeklerin genç görünmek gibi bir gereksinimleri olmamıştır çünkü içinde bulundukları toplum onlardan bunu asla talep etmemiştir. Hatta yaşlanmış erkeklere “güven verici” “karizmatik” gibi yakıştırmalar yapılır, yaşlanmaları olumlanır. Yaşlanma da cinsiyet temellidir. Soytarı romanının kadın ana karakteri Gönül’ün yaptığı birçok davranış bütün bu cinsiyetçi tutumlar nedeniyle anlaşılır hale geliyor.

“Neden yaşam karşısında kendini bu kadar savunmasız hissediyor Gönül?”

sorusuna yanıtı da bu ayrımcılık değil mi?


Gönül’ün "yaşlılıkla verdiği bu mücadelenin" yanı sıra genç ve alaycı Gregory’e duyduğu aşkla yaşamda ikinci bir şans yakalayabileceğine inanıyor. Tüm benliğiyle bu şans için mücadele veriyor. Gregory’i neden ikinci şans olarak gördüğü de oldukça önemli. Bugüne kadar yaşamda ıskaladığı her ne varsa acısını bu aşka tırnaklarıyla tutunarak çıkarıyor.

Gönül’ü yaşlandıran onun biyolojik yaşı değil, onu yaşlandıran hayatındaki durağanlık, aynılık. Gregory işte bu durağanlığı tam ortadan keser; Gönül de aradığı yaşama dair direniş noktasını buluverir. Beauvoir Yaşlılık adlı kitabında; yerimizde saydığımız, tekrara düştüğümüz, garantilerimizle yaşadığımız her gün aslında yaşlandığımızı söyleyerek yaşlılık ve yaşlanma kavramlarını birbirinden ayırır. Yaşlanma, biyolojik farklılığın ötesinde yaşayıştaki tekrarların sonucu olarak değişimin durması ve varoluşun dondurulmasıyla gerçekleşir. Yaşlılık ise fiziksel yorgunluk sonucunda her şeye duyulan isteksizlik, ilgisizlik halidir. Gönül’ün yaşama dair umudu olsa da bir noktada kısırdöngü içinde kalmıştır, dolayısıyla da umudu da git gide azalır.


Gregory umudunu çoktan yitirmiş, bununla baş etmek için de işi soytarılığa vurmuş bir adam. Bunun en güzel yansımasını onun karakterinde ve çizimlerinde görüyoruz. Soytarılar hakkında derinlemesine düşünerek çiziyor:


“Soytarı kralı eğlendirir, evet, ama tek işlevi budur, demek yüzeysellik sayılmaz mı? Son derece karmaşık bir karakterdir soytarı… Hem, sadece iktidar yalakalığını hatırlattığı için ondan rahatsızlık duyduğuna inanmıyorum,” “Bu karakterin seni ve nicelerini rahatsız etmesinin asıl nedeni tekinsizliği bence… Her an her şeyi yapabilecek, kontrolsüz, bozuk bir beden ve akıl… Çekindiğiniz bu.“

Hatta öyle ki soytarıların ikinci bir yaşamın kralı olduğunu düşünüyor:

“Çünkü soytarı, kafasındaki eğreti tacıyla bir nevi kralın dengidir, hatta deli kraldır. Ciddi olmayan, ikinci bir hayatın hükümdarıdır o. Kral onu ciddiye alır. Birinci François’nın soytarısı Triboulet örneğinde olduğu gibi… Denklik bu ikili arasında öyle bir boyuttadır ki, Kral, Triboulet’yı aileden kabul eder, hatta ona kuzen diye hitap eder.”

Gönül, Gregory’nin yaşamında o kadar çok görünür olmak ister ki bunun için her şeyi yapar… Sevdiği adam tarafından görünür olma isteği biraz da yaşamın kendisinde görünür olmak yönünde olsaydı acaba nasıl bir Gönül ortaya çıkardı? Gregory her zaman kendi için var olabilir, toplumun beklentilerinin dışında rahatlıkla bir soytarı olarak dolaşabilir. Peki ya Gönül? O bir soytarı olabilir mi?


Kitap boyunca Gönül, “Kim seçti bu yüzü bana?” diye sorar. Böylece Gönül’ün kimlik arayışına ya da var olan kimliğini güçlendirmeye çalışmasına tanıklık ederiz. Bu arayışta Gönül’ün geçmişine gider, aile travmalarına ortak oluruz. Gönül’ün üstesinden gelmeye çalıştığı bu travmalar, kimliğinde çok önemli bir etkisi bırakıyor.


Okuyucular olarak Gönül’ün çıkmazlarına, yalnızlığına çok üzülüyoruz, onunla bağ kuruyoruz. Ama İdil Başural bizi çaresiz bırakmıyor; bize bir umut vaad ediyor. Gönül donmuş zamandan sıyrılarak, uyumlu olma alışkanlıklarını kırarak, risk alıyor. Özgürleşmek için, gücünü inşa etmek için adım atması içimize su serpiyor.


İdil Başural Fransa-Türkiye arasında okurlarına gezintiler yaptırarak kitabı bambaşka noktalara taşıyor. Kurgu ile gerçekliğin iç içe geçtiği kitapta yazar altı çizilecek değerdeki cümleleriyle etkiliyor. Romanı okuduktan sonra erken gelen yaşlanmadan kişinin kendisinin sorumlu olduğunun altını çizmek isterim. Cesurca var olabilecek koca bir yaşam varken bulunduğumuz güvenli hayatlarımızdan hiç çıkmadığımızda yaşlanmış olmayı başta biz kabul etmiş oluyoruz. Alışkanlıklar, her yanımızı sarmış rutinler, toplumun beklentilerine ve etiketlerine başımızı eğdiğimizde yaşlanmayı başlatan biz oluyoruz. Yaşamı içimize derin derin çekip gökyüzüne bakabilmek… Yapamadığımız, elde edemediğimiz her şey için yeniden başlama dileği tutmak. İnsan ağırlıklardan böyle böyle sıyrılır. Zordur yaşamda özgür bir benlik kurmak. Tante Rosa, varoluşunu birçok nedenin gereği insanca gerçekleştiremeden yaşlanmıştır fakat Gönül için hala umut vardır. Ne dersiniz? Yaşlanmaya itirazınız varsa, kalıplar içinde yaşamaya karşı duruyorsanız Gönül’ü ve Soytarı’yı tanımanızı isterim.


SOYTARI

İdil Başural

Everest Yayınları, 2022

Tür: Roman

236 s.

留言


bottom of page