top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Amerika güzel, insanın doğup büyüdüğü yer çok daha güzel

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 23 saat önce
  • 6 dakikada okunur

Nilay Erik, Halil Yörükoğlu’nun Şu An Saat Kaç isimli öykü kitabı odağında yazdı: "Göçmen edebiyatını filizlendiren duygu biraz da kendi gibi olanlarla iletişim içinde olmak arzusudur. Yazarın Amerika’da yaşaması, kitabın otobiyografik bir nitelik taşıması noktasında bize yeni bir pencere aralar.

Şu An Saat Kaç, insanın yabancı bir ülkede öteki olma halini doğal bir şekilde, mesaj vermeye çalışmadan, tüm çıplaklığıyla edebiyatın içinden anlatması bakımından bence çok kıymetli."



“Kocaman bir dünyanın altından geçiyorum, çıkınca kafamı şehre uzatıyorum, kulaklığımı takıp şarkı açıyorum. Belki on dakika daha yürüyüp birden durup bu şehir ne kokuyor, İstanbul ne kokuyordu, sevgilimin kokusu neydi, şimdi ne kokuyoruz diye içimden geçirdim. Üzülünce oluyor bunlar hep. Çaresiz hissedince. New York evsiz kokuyor, belki biz de öyleydik.” Bu cümleler Halil Yörükoğlu’nun 2024 yılında İletişim Yayınları etiketiyle yayımlanan Şu An Saat Kaç isimli öykü kitabında yer alıyor. (s.54) Bana yakın zamanda okuduğum Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikâyesi serisinin “Karıncanın Su İçtiği” bölümünde geçen şu sözlerini anımsattı.“Bu dünya güzel, insanın doğup büyüdüğü yer çok daha güzel. Gurbet ölümden de, savaştan da zalim.” Yaşar Kemal eserinde Yunanistan’a göç ettirilen Rumların geride bıraktıkları bir ada izleğinde savaş nedeniyle yakın tarihimizde yaşanan acıları işlemiş. Şu An Saat Kaç isimli öykü kitabında ise kendi isteğiyle çeşitli nedenlerle Amerika’ya göç etmiş insanların hikâyeleri yer alıyor. Konu ne olursa olsun bu iki eserde ortak duygular, kokular, tatlar hissettim. Geçmişten günümüze insanın ait olduğu topraklardan kopuşu, koparılışı hep sancılı olmuş. Bu nedenle göç gibi sosyal bir olayın edebiyatta yer bulmaması elbette ki düşünülemez. Burada önemli bir ayrımdan söz etmem gerekir. Göçü eserlerinde tema olarak işleyen edebiyatçılar olduğu gibi yurdundan uzakta eserlerini bu temalar ekseninde kaleme alarak kendilerine müstakil bir edebiyat ortamı sağlayan yazarlar da var.

Göçmenlerin tüm edebi türlerde ürünler vermesi ve göçmen edebiyatı adıyla bir tematik oluşumun meydana gelmesi sürecinin arkasında sosyolojik bir gerçeklik olduğu yadsınamaz. İnsanın kendi köklerine tutunma isteği, gurbet duygusunun oluşturduğu boşluk, onları yazmaya ürütmeye teşvik eden nedenlerin başında gelir. Her birey kendi yaşam felsefesini, inancını, temsil ettiğini düşündüğü kültürel kimliğini, kim olduğuna dair fikirlerini ve duygularını ortaya koymak isteğindedir. Kıyafetlerimiz, konuştuğumuz dil, inancımız, alışkanlıklarımız, bunun birer göstergesidir. Bir insanın kendi kültüründen, vatanından uzakta yabancı bir ülkede kendi kimliğini ortaya koymaya çalışması şüphesiz daha zor ve yıpratıcı bir süreçtir. Birey, yaşam tarzındaki değişim, temsil ettiği sosyal rollerdeki farklılıklar, doğup büyüdüğü coğrafyadan kopuşu nedeniyle kendini eskiden olduğu gibi rahatça ifade edebileceği duygularını aktarabileceği tutarlı bir kimlik peşine düşer. Diğer bir deyişle kendine ve hayatına sahip çıkmak ister. Bu biraz da ahlaki bir boyuttur. Gerçekliktir. Ülkesine bağlılığından önce insanın kendisine bağlılığının getirdiği bir sonuçtur. Göçmen edebiyatını filizlendiren duygu biraz da kendi gibi olanlarla iletişim içinde olmak arzusudur.

Halil Yörükoğlu’nun Şu An Saat Kaç isimli öykü kitabı, son dönem edebiyatımızda göçmen hikâyelerinin yer aldığı bir kitap olması yönüyle dikkat çekicidir. Yazarın Amerika’da yaşaması, kitabın otobiyografik bir nitelik taşıması noktasında bize yeni bir pencere aralar. Biz bu pencereden yazarın gözüyle baktığımızı düşündüğümüz, birinci kişili anlatımın olduğu öyküler okuruz. Tabii bu öykülerde salt gerçeklik vardır diyemeyiz. Çünkü edebiyatın gerçeği sırlayan özelliğini bilerek okuruz öyküleri. Kurmaca eser okumak, bunu baştan kabullenmektir.  

Kitapta on dokuz öykü yer alıyor. Cumartesi isimli öykü, kitabın adının geçtiği ve kapsayıcı özelliği nedeniyle kilit öykülerden biri. Bu öykü üzerinden kitapla ilgili genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.


“Cumartesi" öyküsü ve Şu An Saat Kaç

"Cumartesi" öyküsünün karakteri, diğer öykü karakterleri gibi bir göçmen. Amerika’da yaşıyor. Cumartesi rutininde Laterna isminde bir kafeye gidiyor. Hikâyenin yapısını kahramanın cumartesi günlerinde gittiği bu kafe belirliyor. Birinci tekil ağzından anlatılan hikâye bir bakıma söyleşi, itiraf havası taşır. Karakterin Amerika’daki yaşantısını cumartesi rutininde yaşadıklarından anlamaya çalışırız. Kahveyi nasıl sevdiği, hangi tatlıyı tercih ettiği, kafe çalışanı Sevda ile olan iletişimi, burada kitap okuması, telefon görüşmeleri, yabancılarla olan diyalogu karakter hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlar.

“Cumartesiydi, Laterna Kafe’ye gittim. Kafenin adı geldiğim yeri hatırlatıyor. İlk ismini görünce girmiştim ama sonra burayı çok sevdim. Tabii kahveleri güzel, tatlıları lezzetli. Ama en çok Sevda var diye gitmeye devam ettim.”(Şu An Saat Kaç, s.7) 

Bu cümlelerden anlaşıldığı üzere kafe, onun için sade yiyecek içecek satılan, zaman geçirilen bir yer değildir; memleketine, kendi insanına olan özlemini dindirmek, hayatını bir şekilde devam ettirmek için bir motivasyon kaynağıdır. Bir Ahıska Türkü olan Sevda’yla ara ara ettikleri sohbetler, karakterin çok hoşuna gider. Karakter ana diliyle konuşabildiği bir yer bulmuştur. Laterna bu noktada karakterin görmeyi gitmeyi arzuladığı memleketine sevdiklerine açılan bir kapıdır. Bu kafenin çalışanlarını, kahvesini, tatlısını, müdavimlerini yaşamında bir rutine dönüştürerek sadece kendi kültürüyle özlem gidermiş olmaz, aynı zamanda mahalleden biri de olmuş olur.

“Aslında evimin yakınında dünyanın her yerinde aynı olan kahvecilerden de var ama gitmiyorum. Laterna’ya uğruyorum, eğer çalışıyorsa Sevda ile ayaküstü biraz konuşuyorum. Güzel bir masa seçiyorum. Etrafa bakıyorum. Mahallemizin kahvecisi diyorum. Mahalleden biri olmayı arzu ediyorum.” (Şu An Saat Kaç, s.8)

İlkel toplumlardan bu yana insan kendini bir grubun üyesi olarak görmek ister, yalnız kalmak istemez. Böylece hem kendini güvende hissedecek hem de ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Mahalleden biri olmayı arzulamasını, yerleştiği ülkeyle aidiyet hissetmek isteği olarak yorumlayabiliriz. Hikâye ilerledikçe kafede bir masada oturmuş öykü karakterini gizlice izlediğimiz hissine kapılırız. Bu esnada o, karşı masamızda donut yer. Boston crème. “İçindeki muhallebi beni güzel zamanlara götürüyor,” der.(s.8) Belki de gülümseyen bir yüzle, güzel bir anısını paylaşmak için tanıdık bir çift göz arar. Bu cümlelerde kendi memleketinin insanına, tatlarına, kokularına, annesine, evine duyduğu özlemi de okuruz. Tatlısını yerken çikolatanın dişlerinin arasına girmesiyle aldığı keyif bambaşkadır. Ve kahvesinden bir yudum daha alır, “Güzel anların insana her şeyi unutturan hafifliğini çok seviyorum,”(Şu An Saat Kaç, s.8) der. Tatlısının içindeki kremadan bahsederken muhallebi demesinin asla öylesine olmadığını hissederiz. Muhallebi kelimesi burada sadece kremaya benzeyen bir tatlı değildir. Onu çocukluğuna, ülkesine, evinin mutfağına ait olduğu kültüre götüren bir koku, bir tat, bir imgedir.


Hikâyenin ilerleyen satırlarında karakter şu cümleyi kurar: “Annemden ya da sevdiğim birinden ayrı yaşayınca onları hep güneşli günlerde, kendimi zindanlarda sanıyorum.”(s.8) Burada karakterin anlaşılma isteğini okuruz. Çünkü bu satırlar bize bir derdi söyler. Sadece bu satırları okuyarak bile karakterin dert ortağı oluruz. Sevdiğinin, ailenin bulunduğu yer sıladır. Güneşli günler onların yanında kalmıştır. Çocukluk, geçmiş, aile, dostlar, ev, memleket dünyanın güneşli olan kısmındadır. Onlardan uzakta öykü kahramanımız bir zindandadır, gurbettedir. Zindan imgesi burada karanlık, çaresizlik, acı, esaret, anlaşılmamak, aidiyetsizlik gibi birçok çağrışımı da beraberinde getirir. Anne oğlunun aksine kendinden uzakta çocuğunun hep zor durumda olduğunu düşünen bir kadındır. Her anne biraz çocuğunun kendisine ihtiyacı olduğu düşüncesindedir. Bunu biliriz. Oğlunu sürekli merak eder, özler bu nedenden dolayı da aradaki saat farkını artık yok sayar, görmezden gelir. Oğlunu canı isteyince arar. Bu diyalog biraz mizah içerse de aynı zamanda duygusal bir tat da verir bize. Anne, aslında oğlunun yaşadığı eyalete çok uzak bir yerde çıkan hortumdan etkilenmiş olabileceği düşüncesiyle telefon açar. Ona göre oğlu Amerika’dadır. Ve haberlerde hortum Amerika’da çıkmıştır. O da oğlunu merak etmiştir. Öykü bu noktada madalyonun diğer yüzünü gösterir bize. Göçmenliğin beraberinde getirdiği özlem duygusunun tek yönlü olmaması. Sevdiğimiz insanları uzaklara uğurlamak, onları istediğimiz zaman görememek, yaşamımızın bize huzur veren rutinine onları katamamanın verdiği acı. Ve öykü, karakterin kafenin televizyonundan izlediği Amerika’daki o meşhur kongre baskınıyla biter. Bir yerlerde hortum çıkmış, bir yerlerde kongre baskını olmuştur, bir yerlerde de hiçbir şey olmamıştır. Karakterin sevdikleriyle aynı anı yaşayamadığını yüzüne çarpar o soru: Şu an saat kaç? Cumartesi isimli öykü bu sorunun ekseninde, acının, ayrılığın, umudun, çabanın, hüznün ve özlemin yer aldığı öykülerden sadece biridir. Kitapta cumartesi rutinini okuduğumuz karakter dışında para kazanmak isteyenler, âşık olup ayrılık acısı çekenler, kendilerinden kaçarken kendilerine yakalananlar, eve gelen buzdolabı tamircisiyle Karaköy meyhanelerinden birinde dertleşmek isteyenler, para biriktirip ülkesine dönme hayalleri kuranlar, Suzan’ı sevmeye devam edenler, memleketten uzaklarda kendilerine iyi gelecek şeyler listesi yapanlar, Süpermen kostümü giyenler, memleketten dönerken bavullarında güvercin yumurtaları getirenler, esnaf lokantaları açmak isteyenler, vatandaşlık almak için göstermelik evlilik yapıp âşık olanlar da var. Kısa bir mesafede sessizce, aynı hızla ama yavaş yavaş yürüyüp farklı farklı yönlere gitmişiz de sonra durup dururken özleyip bir köşe başında karşılaşıp merhaba deyip geçtikten sonra kim olduğumuzu hatırlamışız gibi tanıdık, samimi, duyarlı, bizden karakterler. 


Şu An Saat Kaç, insanın yabancı bir ülkede öteki olma halini doğal bir şekilde, mesaj vermeye çalışmadan, tüm çıplaklığıyla edebiyatın içinden anlatması bakımından bence çok kıymetli. Halil Yörükoğlu, teknolojiyle birlikte değişen, farklılaşan meselelere evrensel bir duyuş ve anlayışla bakmış, yazdığı öykülerle göçmenlik ve kimlik konusunda yeni şeyler söylemiştir. Bunu da yetkin ve sağlam bir Türkçeyle dolaysız yoldan, samimiyetle, bağırmadan, fısıltıyla ta Amerika’dan yapmıştır. Orada şu an saat kaç bilmiyorum, fakat bildiğim bir şey var ki bu öyküler, nerede hangi zamanda olursak olalım, aslında olmak istediğimiz yere ve zaman ait olduğumuz gerçeğine dair bize çok şey söylüyor. 


Kaynakça:

Adıgüzel, Y. Göç Sosyolojisi, Nobel Akademik Yayıncılık,2018,Ankara.

Yörükoğlu, Halil. Şu An Saat Kaç, İletişim yayınları, 2024, İstanbul.


ŞU AN SAAT KAÇ

Halil Yörükoğlu

İletişim Yayınları, 2024

Tür: Öykü

111 s.

Comments


bottom of page