top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıMahir Ünsal Eriş

Umut bahsi

Mahir Ünsal Eriş


"Umutla un, ekmek olur. Umutla tohum, meyve olur. Sesler şarkıya, geceler sabaha, kışlar bahara döner. Çünkü umudun hiç olmayacakmış gibi görünen şeyleri oldurabilme kudretini uyandıran bir sihri vardır." Mahir Ünsal Eriş, umudun hem karanlık hem aydınlık yüzüne bakıyor.


Umudu neye benzetebiliriz diye düşünüyorum, aklıma Ay geliyor. Çünkü Ay’ın bir yüzü her zaman karanlıktır, bize dönük olan yüzü ise hep aydınlık. Umut da böyledir. Aydınlık tarafından baktığımızda umut, her yeni günden yeni bir hayat beklentisi içinde oluşumuzun temel yakıtıdır. Umutla insan gidilmez denen yollara kalkışır, yapılmaz denen işleri becerir, gelmez denilen günleri getirir. Umutla un, ekmek olur. Umutla tohum, meyve olur. Sesler şarkıya, geceler sabaha, kışlar bahara döner. Çünkü umudun hiç olmayacakmış gibi görünen şeyleri oldurabilme kudretini uyandıran bir sihri vardır. Ölüm döşeğindeki hastayı yarına çıkacağına inandırır. Kurumuş ağaçtan tomurcuk umdurur, uzun piyango bileti kuyruklarında sıra bekletir, bir gülen yüz, bir sıcacık el, bir ıslak dudağa kandırır. Umut her zaman aydınlığı vadeder. Oysa hayat her zaman aydınlık vadetmez. Umut hayatın dışından, -ister adına gökler deyin ister cennet- dünyaya sallandırılmış bir halattır. Hep bu çukurdan çıkış yolunu gösterdiği duygusu uyandırır. Fakat umudun, tıpkı Ay gibi, bir de karanlık yüzü vardır. Bizle asla göz göze gelmeyi sevmeyen, gizli, kötücül ve hastalıklı tarafı. Çünkü umut insanı hasta etmeye yeter güçte bir büyüdür. Olmayacak şeylerin peşine takılmanızı sağlar. İki cihan bir araya gelse denk düşüp de gerçekleşmeyecek şeyleri, “Ya olursa,” diye ümit ede ede hasta olmanıza yol açar. Umut, aslında bir gerçeklik kaybıdır. Dünyanın olduğu gibi değil de olmasını istediğimiz gibi algılanmasını dayatarak bizi hayatın en keskin hakikatlerine doğru iter. Parça parça oluşumuzu büyük bir keyif ve iştahla izler. Ölüm döşeğindeki hastanın yarına çıkıp çıkmayacağı umudun değil şansın, talihin ya da fiziksel koşulların elindedir. Kurumuş ağaç tomurcuk vermeyecektir, çünkü zaten tomurcuk verme becerisini kaybetmiş ağaca “kurumuş ağaç” denir. Biletinize büyük ikramiye çıkmayacaktır. Çünkü o bileti sizinle birlikte yüz binlerce insan almış, ihtimalleri azalta azalta dikkate alınmaz düzeye indirmiştir. Çekiliş günü geldiğinde kendinizi yine “bari amorti” denk getirmeye çalışırken bulacak, ertesi sabah da tıpış tıpış işe gideceksiniz. O gülen yüz, o sıcacık el, o ıslak dudak geldiği gibi bir gün kaybolup gidecek, sizi ruhunuzdaki hasarla bırakacaktır. Umut, olup olmayacağı belirsiz hiçbir şeyin olacağını garanti etmez. Olmayacağı kesin bir şeyin olmasını ise asla sağlamaz. Dediğim gibi, umut bir gerçeklik kaybıdır ve dozu aşıldığında sizi aptal durumuna düşürmekten başka bir işe yaramaz.

İllüstrasyon: Ferit Güleç ©

***

Umut ve beklenti aynı şey değildir. Beklenti, adı üstünde, somut bir hareket noktasını temel alır. Bir şeyin zaten olması gerektiğine ve buradan hareketle gerçekleşeceğine duyulan inancın adıdır. Oysa umut farazidir. Hayali bir ton içerir. O yüzden umuttan doğan hayal kırıklığı, beklentinin karşılanmamasıyla oluşan hayal kırıklığının yanında epey hafif kalır. Türkçedeki “umut” sözcüğü, “dilemek” anlamına gelen “um-“ kökünden gelir. Hatta Farsça kökenli olan “ümit” (Farsça söylenişi ‘omîd’) sözcüğünün de Türkçedeki umuttan türediği söylenir. Bu mümkün, çünkü eskiler “Turan’ın altı İran,” derler. İki dil arasında alışveriş çoktur. Oysaki Avrupa dillerinin hemen hepsinde, (İngilizce hariç, orada “geleceğe duyulan güven anlamındaki “hopa” sözcüğünden gelişmiş) “umut”, “beklemek” kökünden türer. Fransızcasıyla l’éspoir, İtalyancasıyla la speranza, İspanyolcasıyla la esperanza, sözcükleri Latincede beklemek anlamına sperare fiilinden gelirler. Ama bu beklemek öyle Büyük Dost’un önünde arkadaşını beklemek gibi değil de, beklenti içerisinde olmak, olacağına güvenerek beklemek gibi daha çok. İlginç ama Türkçedeki beklenti/umut ayrımı başka dillerdeki muadillerine kıyasla daha hassas.


***

Lisede falan, henüz Nietzsche’yi yeni keşfetmiş ve ergen dimağımızın hınç ve kopuş dolu çığlıklarına onda nefis karşılıklar bulmuşken defterlerimize yazdığımız bir sözü vardı. İnsanca, Pek İnsanca kitabında “Umut,” diyordu Nietzsche, “hakikatte bütün kötülüklerin içindeki en büyük kötüdür. Çünkü insanın çektiği azabı uzatır.” Kısmen onunla bu fikri, hala bu yaşımda bile, paylaştığımı zaten ilk bölümde etraflıca anlatmaya çalıştım. Fakat Bay Nietzsche’nin (Allah’ım ne zor yazılıyor bu adamın adı, her seferinde) hiç duymadığı, bizimse güzel dilimizde sık sık dile getirdiğimiz bir söz var. “Umut fakirin ekmeği!” Bu haliyle umudun, yoksulların bir gün güzel ve huzur içinde, ezilmeden, mahrum olmadan sürecekleri bir hayatı vadettiği düşünülebilir. Ama işe biraz daha Nietzsche’nin (bak yine yazdım!) penceresinden bakacak olursak, umut denen olgunun yoksulun yoksulluğunu benimseyerek, denk düşecek –umulan- bir mucizeyle nasıl olsa kurtulacağı bu çaresizliğe katlanmasını, tevekkülü terk etmeyerek kaderine razı olmasını öğrettiğini düşünmek de mümkün. Oysa yoksulları kurtaracak olan şey umut değil dirençtir. Ürettikleri değeri ancak vitrinlerden seyrediyor olmaya isyan edip bu düzenin altını üstüne getirmektir. Fakirin ekmeği olan umut, bence budur.


***

Ölmeyelim isteriz, rahat, huzurlu, dert çekmeden, sağlıkla yaşayalım, dilediğimizi yiyip içelim, gönlümüzce giyinelim, merak ettiğimiz her şeyi, her yeri görebilelim isteriz. Sevdiklerimiz yanımızda olsun, sevdiğimiz gibi kalsınlar, bizi sevmekten hiç bıkıp usanmasınlar isteriz. Bu istekler bizi hayata bağlayan motivasyon kaynaklarıdır. Fakat hayatın bize sundukları ya da emek ve kudretimizle sahip olabileceklerimiz bunların çok azıdır. Hayat asla isteklerimizin tamamını bize vermez. Nasıl desem, hayatın bize verdikleri biraz “öğrenim kredisi” gibidir. Üç ayda bir zar zor yatar, üç kuruş bir şey yatar, o yatana kadar zaten yapılan borç çoktan alınacak miktarı geçmiş olur ve işin sonunda devlet hepsini (faiziyle) geri ister. İşte hayattan istediklerimizle onun bize sundukları arasındaki bu boşluğu “umut” doldurur. Bu ikisinin arasındaki makas ne kadar açılırsa umut o kadar azalır. Makas kapandıkça umut yerini beklentiye terk eder. Umut, hayatın en büyük hilesidir.




NOT: Umut bahsi adlı bu yazı, KAFA Dergisi'nin Ağustos 2018 tarihli sayısında yayınlanmıştı. Bunu bizimle paylaştıkları için KAFA Dergisi'ne teşekkür ederiz.


Comentarios


bottom of page