top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Kaç yanlış bir doğruyu götürür?

Bulgakov'un kült eserlerinden, Usta ile Margarita'daki hatalar üzerine, kitabın çevirmeni, Eyüp Karakuş yazdı: "Mihail Bulgakov, üzerinde on küsur yıl çalıştığı ve defalarca düzeltmeler, eklemeler, değişiklikler yaptığı bu eserine Şubat 1940 tarihini atmış, kitabının basıldığını göremeden, aynı yılın Martında hayata gözlerini yummuştur. Dolayısıyla bir türlü 'nihai' halini alamamış olan Usta ile Margarita, dikkatli bir okurun gözünden kaçmayacak sürprizlerle dolu olması özelliğiyle de klasikler arasında kendine özgü yerini almıştır. Ancak sözünü ettiğim bu sürprizler kimilerine göre 'asla bağışlanamayacak' hatalardır, kimilerine göre ise esere zerre kadar 'halel' getirmeyecek, dahası hoş, lezzetli ve sevimli eksikler ve yanlışlardır."



O kadar kusur kadı kızında da olur

Evet, "O kadar kusur kadı kızında da olur." mu dersiniz, yoksa "Hiç yakışmadı, Bulgakov gibi bir yazar nasıl bu kadar dikkatsiz olur?" mu dersiniz, ya da  "Ne yapalım canım, adam zaten kitabına son halini verememiş." mi dersiniz bilemem. Ben size kitapta karşılaşabilecek, daha doğrusu gerek çevirirken ve gerekse editörle çalışırken benim gözüme takılan eksikleri, yanlışları sıralayayım; henüz okumayanlar için belki bir kılavuz olur… 


1)Woland'ın gözleri

Henüz ilk bölümde Patriarşi Parkında ortaya çıkan Woland şöyle tarif edilir:

"Görünüşe göre kırkının biraz üstündeydi. Ağzı tuhaf bir biçimde eğriydi. Sinekkaydı tıraşlıydı. Esmerdi. Sağ gözü siyah, solu ise nedense yeşildi. Kaşları karaydı ama biri diğerinden daha yukarıdaydı. Tek kelimeyle yabancı bir tipti."

Oysa 22. Bölüme geldiğimizde, Büyük Balo öncesinde yapılan tarif daha farklıdır:

"Bir çift göz Margarita’nın yüzüne dikildi. Sağ taraftakinin ta diplerinde her insanın ruhunun derinliklerine işleyebilecek altın sarısı bir kıvılcım parlıyordu. Sol taraftaki ise tıpkı bir iğnenin daracık deliği gibi, tıpkı kapkara, gölgeli dipsiz bir kuyunun ağzı gibi boş ve siyahtı."

Birinde sağ, diğerinde sol gözün siyah olduğu görülüyor.


2) Yeşua ne zaman sorgulandı?

İkinci Bölümün "efsanevi" girişine, Pontius Pilatus'un sahneye çıkışına bakalım:

"Bahar ayı Nisanın on dördüncü günü, sabahın erken saatlerinde Vali Pontius Pilatus, üzerinde kan kırmızı astarlı beyaz harmanisi olmak üzere, süvari adımlarıyla ve hışırtılı sesler çıkararak Büyük Hirodes sarayının iki kanadını birleştiren kolonada çıktı.

Bir süre sonra Hahambaşı Kayafa'yı kabul eden Pilatus resmedilirken aşağıdaki ifadeler kullanılır:

"Vali elinin tersiyle ıslak, soğuk alnını sildi, başını eğip yere baktı, Kayfa'nın gölgesi bir aslan kuyruğu kadar kalmıştı, ardından gözlerini kırpıştırarak yukarı, gökyüzüne çevirdi ve alev topunun neredeyse tam tepesinde olduğunu gördü. Sesini alçalttı ve kayıtsı bir şekilde;

- Öğlen olmuş bile. Biz de sohbete dalıp gitmişiz. Aslında devam etsek iyi olurdu ama..."

Ve aynı bölümün sonunda yazar saati netleştiriyor:

"Tozdan korunmak için eliyle yüzünü kapatan ve hoşnutsuz bir ifadeyle yüzünü buruşturan Pilatus sarayın bahçesine açılan kapıya doğru yeniden yürümeye başladı. Ardından Lejyon Komutanı, Kâtip ve muhafızlar da hareket ettiler.

Sabah, saat on sularıydı..."

Söz konusu bölümün anlatıldığı bu kısımda zaman kavramı altüst oluyor; sabahın erken saatlerinden öğle vaktine, oradan yeniden kuşluk vaktine, on sularına sıçrıyor. 


3) Yeşua'nın (İsa'nın) doğduğu yer:

Yeşua'nın sorgulandığı 2. Bölümdeyiz:

"-Memleketin neresi?

Tutuklu, doğduğu uzak Gamla şehrinin bulundu yeri gösterircesine başıyla sağa doğru, kuzeyi işaret edip:

-Gamla. -dedi."

Ancak 26. Bölüme geldiğimizde, yani Pilatus'un rüyasının anlatıldığı yerde başka bir isim geçer:

" Pilatus rüyasında:

-Ama sen de beni unutma, hatırla bu müneccimin oğlunu! … -dedi yanında yürüyen En-Saridli fukaraya ve ondan başıyla “tamam” işaretini aldıktan sonra Yahuda Valisi uykusunda sevincinden hem ağladı, hem güldü…"

Görüldüğü gibi Yeşua iki ayrı yerden, hem Gamla ve hem de En-Sarid'den... (1)



4) Usta'nın dış görünüşü:

Usta, karşımıza ilk olarak 13. Bölümde, Bezdomnıy'ın klinikteki odasında karşımıza çıkar:

"Tıraşlı, siyah saçlı, sivri burunlu, endişeli gözleri ve alnına düşmüş bir tutam saçıyla, yaklaşık otuz yaşlarında bir adam balkondan dikkatle içeri bakıyordu."

Ertesi gece aynı Usta'yı Şu halde görürüz:

"Hastane kıyafetleri içindeydi; üzerinde uzun mintanı, pabuçları vardı ve elinde, yanından ayırmadığı o siyah bereyi tutuyordu. Fırça gibi tıraşsız yüzü maske takmış gibi donuk bir halde seğirdi, ürkmüş bir deli gibi yanan mumlara devirdi gözlerini."

Görüldüğü gibi bir gün içinde Usta sakallı biri olup çıkar.

Daha sonra "Usta ile Margarita'nın Kaderi Belirleniyor" isimli başlıkta şu cümleyle karşılaşırız:

"Hastanede sakalını makineyle kısaltıyorlardı."

Nihayet "Sonsöz" isimli Bölümde İvan rüyasında Margarita'nın Usta'yı getirdiğini görür:

"Ve köpüren suların içinden tarifsiz güzellikte bir kadın çıkar... Elinden tuttuğu ürkek bakışlı, sakallı bir adamı İvan'a doğru getirmektedir."

Son olarak bir not daha: Romanın ilk versiyonlarında Usta’nın yaşı 38 değil 35’tir ve de saçları şimdiki gibi siyah değil, sarıdır.



5) Aloizi Mogarıç'ın 50 No'lu daireyi terk etme şekli.

Usta'yı "sakıncalı şeyler" yazıyor diye ihbar edip onun bodrum katındaki dairesine yerleşen Aloizi Mogarıç, Woland tarafından "huzura" çağrılıp cezalandırıldıktan sonra 50 numaralı daireyi şöyle terk eder (24. Bölüm):

"Bunun üzerine Mogarıç ayakları yukarı gelecek şekilde havalandı ve Woland’ın yatak odasını, açık pencereden uçup giderek terk etti."

Ancak aynı bölümde, birkaç sayfa sonra Annuşka Mogarıç'la merdivenlerde karşılaşır, adam Annuşka'ya çarpar, sonra da merdiven boşluğunu aydınlatan pencereden (daha önce iktisatçının çarpıp kırdığı camdan) kendini boşluğa bırakır, uçar gider:

 "Ve fırladı… Yalnız aşağı doğru değil gerisin geri, iktisatçının ayağını çarparak kırdığı camın bulunduğu yere doğru koştu ve kendini baş aşağı boşluğa bırakıverdi."

Görüldüğü gibi Aloizi Mogarıç 302-bis numaralı binayı iki kere terk ediyor; ilkinde Woland'ın penceresinden atılarak kovuluyor, ikincisinde kendini merdiven penceresinden dışarı bırakıyor. 

     

6) Hella'ya ne oldu?

32. Bölümdeyiz; Woland ve avenesi Moskova'yı terk ediyorlar, yanlarında da Usta ve Margarita da var. Evet, herkes tam takım halinde orada ve atlarına binmiş gidiyorlar. Ancak ekibin fettan dişisi Hella ortada yok! Kendisini en son "50 Numaralı Dairenin Sonu" başlıklı 27. Bölümde görmüştük:

"... avluda koşturan insanlar, beşinci katın pencerelerinden çıkan dumanlar içinde, sanki birer erkekmiş gibi duran üç adet koyu renk siluetle çıplak bir kadına benzeyen bir başka siluetin süzülüp yükseldiğini ve hızla uzaklaşıp yok olduğunu fark ettiler."

Ancak daha sonra, 31. Bölümde Woland ve yardımcıları Moskova'yı terk etmeden önce, Vorobyov Tepesinde (2) son bir kez adeta hatıra fotoğrafı çektirirler. Fakat bu fotoğrafta Gella yoktur. Ne olduğuna, nereye kaybolduğuna dair de herhangi bir satır bulunmamaktadır.


7) Pontius Pilatus kaçıncı validir?

Romanda Vali Pilatus için hep "beşinci" sıfatı kullanılır. 

Çoğu kaynaklar Pontius Pilatus'un 6. Yahudiye Valisi olduğunu kabul ederler. Kimi kaynaklar, Bulgakov'un notları arasında da Pilatus'un 6. Vali olduğu bilgisinin bulunduğunu, hatta 30'lu yıllara ait bir redaksiyonda "altıncı" şeklinde yazıldığını iddia ederler. Ancak buna rağmen "beşinci" demesinin nedeni açık değildir.


8) Şarap mı Şampanya mı?

23. Bölümde, Büyük Balo'nun anlatıldığı bölümde bir havuzda önce "şampanya" olduğu yazılmışken birkaç satır sonra içkiden "şarap" diye söz edilir.



9) Margarita ne içiyor?

Balo sonrasında Woland'ın odasında, yorgunluktan bitap düşen Margarita'ya "saf alkol" ikram edilir. Ancak biraz sonra içkinin adı bu kez "votka" olarak geçer.


10) Nikanor İvanoviç'in mesleği

9. Bölümün hemen başında, kendisinin konu edildiği paragraflarda Nikanor İvanoviç'in mesleği iki ayrı biçimde adlandırılmıştır.


11) Gazyağı mı benzin mi?

Yazarın gazocağı içindeki yakıta ısrarla "benzin demesi de ilginç noktalardan biridir.


12) Ekmek bıçağı

16.Bölümde Levi, Yeşua’yı daha fazla açı çekmemesi için öldürmeye karar verir. Konvoydan ayrılır ve koşarak kente döner. Kente girişteki bir fırından, tezgâhtaki kadını oyalayarak bir ekmek bıçağı çalar ve infazın yapılacağı tepeye döner.

Buraya kadar tamam. Ancak kimi detaylar soru işaretleri yaratıyor.

Eski Kudüs'te ekmek dükkânlarda değil, doğrudan pişirildiği fırınlarda satılıyor olmalı. Üstelik de bizzat fırıncı, ya da onun oğlu, bilemediniz orada çalışan bir başka adam tarafından. Yani Yahudi toplumunda bir kadının fırında ekmek satması söz konusu dahi olmamalı.

Öte yandan Orta Doğuda o dönemler ekmeğin kesilmesi gibi bir olaydan bahsetmenin abesle iştigal olduğunu düşünüyorum. Ekmekler ya somun ya da lavaş halinde ama bütün olarak satılır. Öyle yarımdı, çeyrekti veya dilimlenmişti filan olamaz. 


13) Mayalı ekmek

Yukarıda sözü edilen ekmekçi dükkânıyla ilgili bariz bir yanlışlık daha.

Olaylar 14 Nisan günü, öğle saatlerinde gelişiyor. Oysa bir bayram var ortada ve bu Yahudiler için çok önemli bir bayram (Hamursuz ya da Pesah/Fısıh Bayramı). Ayın on dördünde, güneş battıktan sonra başlayan mayalı ekmek yasağı yedi gün boyunca devam eder. Bu yüzden Bayram Arifesinde her Yahudi evinde temizlik yapar ve “Bir Yahudi 13 Nisan akşamı evinin dört bir köşesini gözden geçirir, mayalı hamurdan yapılmış ekmek varsa bunları ertesi gün yakarak imha etmek üzere toplar.” Çünkü mayalı ekmek yedi gün boyunca “elinin ulaşabileceği” yerde olmamalıdır.

Hal böyle iken ayın on dördünde, öğleden sonra bir fırında/dükkânda ekmek satılıyor olması çok akla sığacak bir durum değil. 


...

Kim bilir, benim gözümden kaçan başka eksikler, başka unutkanlıklar da mevcuttur belki. Bir arkeolog ve tarihçi dostum, kitapta çok fazla karşımıza çıkan Latince askerlik terimleri üzerinde de sıkıntı olabileceğini, bazı terimlerin yanlış, bazılarınınsa “zamana” uymadığını söylemişti. Didiklenirse evet, o konuda da illâ ki kılçık takılacaktır boğazımıza. 


(1) En-Sarid: Nasıra’nın Arapça adı.

(2) Moskova’nın artık ortasında kalan bu tepenin adı bütün çevirilerde “Serçe Tepeleri” olarak geçer. Oysa ismin “serçe” ile bir ilgisi yoktur. Yalnızca isim benzerliği vardır.. “Vorobyov”, söz konusu tepedeki (bugünkü Moskova Devlet Üniversitesinin bulunduğu yer) çok eskiden yer alan bir köyün ve bu köyün sahibi boyarın soyadından gelmektedir. 


USTA İLE MARGARİTA

Mihail Bulgakov

Sel Yayıncılık, 2021

Çeviri: Eyüp Karakuş


Comments


bottom of page