top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Tutkunun sınırları (varsa) nerede başlar?

Gökçe Kalaycı, 2022 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Annie Ernaux'nun kaleme aldığı Yalın Tutku üzerine yazdı.

Gökçe Kalaycı



İsmini bilmediğimiz bir kadın, isminin yalnızca baş harfini bildiğimiz bir adam, bir de isimlerini ve cisimlerini bildiğimiz halde hiçbir önem arz etmeyen ve sadece bu tutkunun şekil almasına hizmet eden diğer kişiler, mekânlar, sokaklar... 2022 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Seneler, Olay ve Bir Kadın kitaplarıyla da tanıdığımız, Fransız edebiyatının başarılı ismi Annie Ernaux, tutkunu olduğumuz şey mi, tutkunun kendisi mi yoksa tutkuyu yaşama deneyimi midir bizi böyle yolculuklara çıkaran diye sormamızı sağlarken belki de bunların peşinde bir sürü başka soruyu da alıp önümüze koyuyor Yalın Tutku’da. 


“Yazı yazma zamanının tutkunun zamanıyla hiçbir ilişkisi yok.”

Romanın ismiyle müsemma bir yalın anlatımla hikâyeyi ortaya koyan Ernaux’un güçlü kaleminin esiri olup çıkmamak neredeyse pek mümkün değil. Elimize aldığımız an ile kitabın bitişi arasında çok büyük bir zaman dilimi olmamasını da, yalnızca kısacık bir roman olması ile açıklamaya çalışmak yine aynı sebepten ötürü bu anlatıya büyük bir haksızlık olurdu.


Her ne kadar roman türüne dahil edilmiş olsa da –kapakta da “roman” diye yazıyor– aslında elli bir sayfalık bir hikâyeden ya da novelladan bahsediyoruz. Yazarın Olay kitabının zeminini oluşturan kürtaj anısına yer vermesi ya da yalın tutkusunun muhatabı olan adamın isminin gizli tutması gibi örnekler vasıtasıyla biliyoruz ki, hikâyenin otobiyografik tarafları mevcut. Ancak anlatılanların ne kadarının gerçek, ne kadarı kurgu olduğunu kestirmek güç. İsimsiz anlatıcı, yasak ilişki yaşadığı A., ve hem anlatıcının kendi benliğini hem de A.’nınkini aşan tutkusu var elimizde sadece.


Anlatıcının yaşadığı yer olan Fransa’da geçici bir süreliğine bulunan, yabancı ve evli bir adamdır A. Onun belirlediği zamanlarda, anlatıcının evinde buluşurlar, birlikte olurlar ve sonra A., bir daha ne zaman arayacağı ya da geleceği meçhul bir şekilde evi terk eder. Rutinleri bu şekildedir ve bu buluşmaların A. için ne ifade ettiğini, onun neler hissettiğini ya da ne düşündüğünü ise bilemeyiz. Belki yalnızca bir kaçamak, bir heyecan, bir değişiklik arzusu ile iletişimini sürdürmektedir olayın kahramanı kadın ile. Bunu bilmeme sebebimiz ise kahramanımızın bizi işin bu boyutuyla pek haşır neşir etmemesinden kaynaklı şüphesiz. Hatta okurken bizde yarattığı his, kendisinin de işin bu kısmıyla o kadar da ilgilenmemesi ve deyim yerindeyse vrsa yoksa kendi tutkusu ile hemhal olmasıdır bana kalırsa. Daha önce belirttiğim gibi, ona karşı duyduğu tutku A.’nın kendisinin de ötesindedir.


TUTKUNUN SINIRLARI (VARSA) NEREDE BAŞLAR?

Tutkusunu “ açıklamak değil sadece sergilemek” istediğini ifade ederken ona sahip çıkma ve onu deneyimleme şeklini de aktarıyor aslında anlatıcı bir bakıma. Göstermekten çekinmediği detayları bize açıklamak gibi bir derdi ise neredeyse hiç yok. Tutkusunu yaşamak ve onun hakkında yazmak arasında kurduğu ilişkiye de yer yer değindiği için biliyoruz ki, ne de olsa okunmayacağı düşüncesiyle kalemini korkak alıştırmıyor. Bu tutku hakkında yazmak, “yazgıya meydan okumak” demek ve yine anlatıcının kendi ifadesiyle, yaşamdan beklediğinin aksine yazıdan hiçbir şey beklemediğini bilerek yazıyor. 

Bu kitabı, bir çırpıda okunabilmesi açısından diğer kısa romanlardan farklı kılan en çarpıcı özelliği hem bu kadar detaylı hem de bu kadar yalın bir anlatıma sahip olması muhtemelen. Kafasından geçen en küçük bir düşünceyi, tekrar tekrar yaşamak istediği ayrıntıları, olmuşları, olmamışları, olabilecekleri, keşke olsaları, lütfen olmasınları, bunları teker teker dert edinişini, yaptıklarını, yapmadıklarını, zihninde canlandırdıklarını, hatta bazen “Yok artık,” dedirten o bazı, fazla düşünmenin ürünü fikirleri anlatıyor fakat betimlemiyor. Okura ise süslenmeden ve sansürlenmeden aktarılan bir olayı okuduğu hissi geçiyor. Tüm bu ayrıntılara rağmen yalın kalabilmiş bir anlatıyı böyle ustalıkla kurgulamasıyla da Annie Ernaux bir kez daha yazarlığına hayran bıraktırıyor.


Pek çok kişinin, hikâyeyi okurken bu yasak tutkunun peşinde sürüklenen kadınla bağ kurmuş olması da kuvvetle muhtemel. Günümüzde toksik diye adlandırılabilecek hatta belki yaşayanı özyıkıma sürükleme potansiyeli olan böylesi bir ilişkinin içinde kendini artık yabancı bir kadınmış gibi hissetmeye başlayan ve onu “bu başka kadından ayıran sınıra, kimi zaman bu sınırı aşmayı düşünecek kadar” yaklaşmış olması değil fakat mesele. Birçok insanın başından bu tarz ilişkiler, deneyimler, kendi sınırları içinde gelgitler ve hatta o sınırın aşılması gibi haller geçmiş olabilir ancak bence burada bu kitabı diğerlerinden ayıran detay biraz daha farklı. Bu tutku ile savrulup giderken ve günlerini artık yalnızca bunun ekseninde yaşamak isterken yaptığı küçük hesaplarına, yaşadığı korkulara, diğer insanlara çok saçma ve anlamsız gelebileceğinden olsa gerek kimseyle paylaşmadığı kaygılarına şahit oldukça gelen, “Evet ya bu benim,”den ziyade “Bu başkalarına da oluyor muymuş ya,”  diye şaşırtan küçük ayrıntılardan söz ediyorum aslında. Gerisi, yoğunluğu ne derece olursa olsun, herkesin kendi tutkusunu sarmalama şekline kalmış.


Yazarı hiç okumamış olanlar için iyi bir tanışma kitabı olabileceği gibi, Olay’ın ardından okumak da iyi bir seçenek olabilir. Farklı zamanlarda tekrar tekrar okunup belki de her seferinde bir başka cümlenin altını çizdirecek ve her seferinde farklı bir yerden yakalayabilecek bir kitap Yalın Tutku.


YALIN TUTKU

Annie Ernaux

Can Yayınları, 2022

Çeviri: Yaşar Avunç

56 s.


Comments


bottom of page