Yaratıcılık Ritüelleri 10 Aslı Ilgın Kopuz: "Yazının peşine ısrarcı bir âşık gibi düşmemek gerekiyor!"
"Zihnimdeki akış kalabalığı içinde gizlenen, yazıya geçebilmemi sağlayacak o incecik damarın vuruşunu duyabilmek için sessizliğe ve yalnızlığa ihtiyacım oluyor.
Bu sessizlik ve yalnızlık hali sadece yazmaya başlayıncaya kadar gerekli. Bir kez yazmaya geçtikten sonra çok yoğun bir dikkat dağıtıcı olmadığı sürece etrafımda birilerinin ya da seslerin olmasının önemli kalmaz. O akışın içindeyken metin haricinde bir şeyi ne görürüm ne de duyarım."
Yaratıcılık Ritüelleri'nde Semrin Şahin bu hafta Aslı Ilgın Kopuz'u ağırlıyor.
Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?
Ritüelden ziyade yazma öncesi gereksindiğim iki şey oluyor: Yalnızlık ve sessizlik.
Julio Cortázar, Edebiyat Dersleri kitabında, “bir dizi durgunluk ve ritmik atışın içinde birbirine karıştığı ve aynı potada eridiği bir düzyazıdan” bahseder. Naçizane ben de yazabilmek için bir ‘durgunluk ve ritmik atış birlikteliği’ diye ifade edebileceğim durumu yakalamaya çalışırım. Zihnimdeki akış kalabalığı içinde gizlenen, yazıya geçebilmemi sağlayacak o incecik damarın vuruşunu duyabilmek için sessizliğe ve yalnızlığa ihtiyacım oluyor.
Bu sessizlik ve yalnızlık hali sadece yazmaya başlayıncaya kadar gerekli. Bir kez yazmaya geçtikten sonra çok yoğun bir dikkat dağıtıcı olmadığı sürece etrafımda birilerinin ya da seslerin olmasının önemli kalmaz. O akışın içindeyken metin haricinde bir şeyi ne görürüm ne de duyarım.
Elbette sessizlik de yalnızlık da olmazsa olmaz değil. Yazının kendi zamanına geçebildiğimde bulunduğum koşulların pek de bir önemi kalmıyor aslında. Öte yandan senaryo yazarlığı da yaptığım için her yerde ve koşulda yazabilme alışkanlığını ister istemez edindim.
Ayrıca bir ritüel olarak tanımlamasam da imkânım oldukça sık sık başvurduğum, yazmamı kolaylaştırdığına inandığım bir eylem de yürümek. Uzun yürüyüşler hayatımın vazgeçilmez bir parçası. Çıktığım yürüyüşlerde düşüncelerimin bir noktadan sonra yazıyla ilişkilenmediği bir zaman hatırlamıyorum.
Velhasıl tam da Rainer Maria Rilke’nin dediği gibi, “Bizlere gereken yalnızlıktır, büyük, içsel bir yalnızlık. Kendi içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak…”
Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?
Şüphesiz yazmakla iştigal eden herkes gibi benim de hiçbir şey yazamadığım, tıkandığım çok zaman oldu, oluyor. Eğer aklımda bir hikâye dönmeye başlamışsa her sabah inatla masamın başına geçerim. İçime sinen tek bir cümle yazamasam bile o gün bir şey yazamayacağıma ikna oluncaya dek birkaç saat boyunca masanın başında otururum. İmkânım varsa yürüyüşe çıkarım ya da kitaplığıma sığınırım. Ama bir hikâyeye gebeyken başka kurgu metinlere tanık olmanın yaratım sürecine pek iyi gelmediğini düşünüyorum. Bu yüzden böyle zamanlarda daha ziyade kurgu dışı metinler okurum. Kendi yazma serüvenimde yıllar içinde anladığım bir şey var ki o da yazının peşine ısrarcı bir aşık gibi düşmemek gerektiği. Çoğu zaman sabırla, sessizce size dönüşünü beklemek icap ediyor sanırım.
Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?
Gazetecilik yaptığım dönemin sonlarında artık karşı konulamaz bir yazma isteği içindeydim. Ama yoğun mesai yazmaya ne vakit ne mecal bırakıyordu. Çalıştığım son yerden romanımı yazmak istediğimi söyleyerek ayrıldım. Müstehzi gülüşlerle uğurladılar beni. İstifamın ertesi günü öğle saatlerinde Karaköy’de kıyıda oturduğumu, o muhteşem manzaraya bakıp ‘hayatta kalabilmemiz karşılığında bizden çaldıkları bu işte’ diye düşündüğümü hatırlıyorum.
İrili ufaklı çeviri işleri yaptım, senaryo mesaisiyle tanışmam da bu dönemde oldu. Ailem hep yanımda oldu. İlk kitabım Kış Salkımı’na noktayı koymam ve kitabın yayımlanması için yılların geçmesi gerekti. Kimseden bir yardım almadım, kimseyi tanımıyordum, kimse de beni tanımıyordu. İdealist Cumhuriyet memuru anne babanın kızlarından biriyim. Herhangi birinden kendimiz için herhangi bir şey istememek üzere büyütüldük. İlk roman dosyamı sadece iki yayınevine göndermiştim. Birinden ret geldi. Birinden yanıt almadım. Epey sonra Yitik Ülke Yayınları’na gönderdim. Kış Salkımı böylece çıktı. Birkaç ay sonra pandemi patladı. Hepimizin malumu o meşum dönemi yaşadık. O süreçte çok yoğun okudum, çalıştım, birkaç yıldır yazmakta olduğum ikinci romanım Zaman Zaman Güneşli’yi tamamlayabildim. Hep hayalimde olan yayınevine gönderdim. Eskiden üniversite tercihlerini yazarken giremeyeceğini bilsen bile ilk sıraya Boğaziçi gibi yüksek puanlı okulları yazmak alışkanlığı vardı. Ben de dosyayı Can Yayınları’na gönderirken buna benzer bir his içerisindeydim. Bir yandan da bir senaryo projesi yürütüyordum, çok yoğun çalışıyordum. Harıl harıl bölüm yetiştirmeye çalıştığım bir sabah güzel haberi aldım. Kelimenin gerçek anlamıyla ayaklarımın yerden kesildiğini hatırlıyorum. Hayatımın en mutlu günlerinden biriydi. Ardından iki yıllık sancılı bir çalışma ve bekleme süreci başladı. Bu süreçte kitabı neredeyse yeniden yazdım. Pandemi ve ekonomi koşulları sürekli ertelemelere sebep oldu. Yıpranmadığımı söylersem yalan olur. Nihayet Mustafa Çevikdoğan’ın harika editörlüğünün ardından 2023 Eylül ayında ikinci romanım Zaman Zaman Güneşli okurla buluşma şansı buldu.
Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?
Aynı olduğunu söyleyemem zira büyüdüm. Ben yaş alıp olgunlaşırken yazmakla, okumakla ilişkim de haliyle değişti, dönüştü. Ama yazma heyecanım asla değişmedi, hatta yıllar içinde katlanarak arttı diyebilirim. Yazarlığımda nasıl yol aldığımı söylemek okurun takdiridir şüphesiz. Daha iyi yazabilmek için elimden en çok gelen şey okumak, okumak, daha çok okumak… Ve tabii ki Agota Kristof’un Okumaz Yazmaz kitabında mükemmel bir şekilde ifade ettiği üzere, “…yazmaya devam etmek. Kimsenin umurunda değilken bile. Kimsenin asla umurunda olmayacağı duygusuna kapılırken bile. Yazılmış kâğıtlar çekmecelerde birikirken ve diğerleri yazılırken unutulurken bile.”
Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?
Gün doğmadan uyanıp yazmaya başlarım. Sabahın erken saatlerindeki zindeliği, tazeliği seviyorum. Gece yazdığım zamanlar da oldu. Ama yazdıklarımın herhalde yüzde doksan dokuzu ‘sabah sayfalarından’ oluşuyor. Küçük bir çalışma masasında yazıyorum. Sol yanımda kitaplığım var. Yazarken bütün kitaplarımın yanı başımda olması iyi hissettiriyor. Bu yüzden yazmaya kapandığımda odamda olmayı tercih ederim. Ama daha önce de ifade etmeye çalıştığım gibi yazının kendi zamanına varabilmek diğer tüm koşulları önemsizleştiriyor.
Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…) var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?
Çok beğendiğim, büyülendiğim yapıtlar muhakkak ki var, ama hiçbiri hakkında ‘ben yaratmış olsaydım’ diye düşünmedim. İnsanın ilhamlarla vardığı kendi yaratıcılığının biricikliği çok özel diye düşünüyorum. Bu yüzden daha ziyade etkilendiğim bir yapıtın üzerimdeki tesirinin beni kendi yaratma yolculuğum açısından nereye taşıyacağıyla ilgilenirim.
Comments