top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıSemrin Şahin

Yaratıcılık Ritüelleri 26 / Serkan Türk: "Zaman tekrarları sever!"

"Özellikle roman yazıyorsam belli bir dönemi günü ikiye bölerek geçiriyorum. Bu iki bölüm arasında yürüyüş, uyku, okumak gibi düzenli tekrarladığım şeyler yapıyorum. Zaman tekrarları sever bilirsiniz. Belli bir kitap olmaz elimde. Sürekli değişir okuduklarım. Her yıl mutlaka döndüğüm, en az bir kitabını tekrar okuduğum yazarlar vardır. Çocukluğumda ya da ilk gençliğimden hatırladığım bazı kitaplara dönmek bana iyi gelir. Duygularım ve fikirlerim tazelenmiş olur bu arada. Kendime manzaralar bulurum. İçe doğru ilerleyebileceğim bir yol."

Semrin Şahin Yaratıcılık Ritüelleri'nde bu hafta Serkan Türk'ü ağırlıyor.



Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?

Birden fazla türde yazdığım için her türün kendine göre ortaya çıkma şekli var. Aklıma gelen fikirleri birkaç cümle ile not almayı ve üzerine uzun uzun düşünmeyi severim. Nerede başlayacak, kahramanın yolculuğunda neler olacak. Hangi duygunun peşinden gitmemin doğru olduğuna karar verme sürecine dair bir rota çizmeyi isterim. İlk cümleleri yazmaya başladığımda anlatmak istediğimin ne olduğuna dair genel bir resim zihnimde belirmiş olur.  İnsan, hayvan, eşya her ne olursa olsun tanımayı, bilmeyi önemserim. Müzik dinlemek, okumak ve yürüyüşlerle kendimi sözcüklerin fısıldadıklarına daha yakın hissederim.

 

Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?

Bana arkadaşlarım “hikâye avcısı” derler.  Günlük hayatım akıp giderken sayısız görüntü, ses ve duygu zihnimi ve ruhumu meşgul eder. Bunları daha çok düşünmeyi severim. Yazmanın en güzel yanı bu oluşum sürecinin ete kemiğe bürünmeden çok öncesidir. Geçmiş yıllarda çok sayıda deftere aldığım küçük notları, çektiğim fotoğrafları, biriktirdiğim biletleri, kartpostalları, mektupları kurcalar bana hissettirdikleriyle şiire, öyküye kaçardım. Son yıllarda daha çok beni gerçekten yazmaya zorlayacak metinleri bekliyorum. Otuz günün yirmi yedisinde hayata karışıp son üç gününde yazmayı tercih ediyorum.

 

Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?

25 yıl aralıksız radyo programları sundum. Üretkenlik açısından baktığımda en çok yazdığım dönem o zamanlara denk geliyor. Elbette iş dünyası ve koşullar okumayı yazmayı sınırlar gözükse de bir yazarın her koşulda metnini oluşturmak için çaba göstermesi gerekir. İlk birkaç yılı saymazsak sonrasında edebiyat dergileriyle yazdıklarımı okurlara ulaştırmam mümkün oldu. Daha sonraki yıllarda da aşağı yukarı iki üç yılda bir yayımladığım kitaplarla bu alanı genişletmeyi sürdürdüm. Bir yazar adayının yolunu ancak çok çalışarak ve iyi metinler yazarak kendisinin açabileceğini düşünenlerdenim. Tabii bu uzun yolculukta yazdıklarını editörlere, yayımcılara okutmayı başarmak çok mühim. Son yıllarda hayatımı sadece yazarak sürdürdüğüm için başkaca dünya gerçekleriyle boğuşuyorum.

 

Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?

Yazmaya ilk başladığım yıllarda duygularımı, kendimi, dünyayı anlamaya çabalıyordum. Bunu sözcükler aracılığıyla yapıyor olmak yeni bir şeydi. Beden eğitimi dersinde sandıktan atlamaya çalışan sınıfın en kısa çocuğu gibiydim. Korkularım vardı. Ne yapmam gerektiğine dair bir fikrim vardı. İyi kitaplar okuyordum. Kahraman kimdir, hikâye nedir, şiir insana ne yapar biliyordum. Bana ait bir dünya kurmak ve orada çok zaman geçirmem gerekiyordu. Yalnızlaşabildiğim ölçüde sesleri işitiyor ve yeni sesler çıkarabiliyordum. Bugün daha da olgunlaşmışsa da ilk yazdıklarımı okuduğumda gördüğüm şey yaşamı erken kavramış birinin sesi.


Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?

Şimdilerde bir düğün salonunun karşısında oturuyorum. İçimin şenliği yetmezmiş gibi yılın yarısında akşamları eğlence sesleri dokuzuncu kattaki odama kadar ulaşıyor. Gece yarısından sonra ya da sabah saatlerinde çalışmayı tercih ediyorum. Özellikle roman yazıyorsam belli bir dönemi günü ikiye bölerek geçiriyorum. Bu iki bölüm arasında yürüyüş, uyku, okumak gibi düzenli tekrarladığım şeyler yapıyorum. Zaman tekrarları sever bilirsiniz. Belli bir kitap olmaz elimde. Sürekli değişir okuduklarım. Her yıl mutlaka döndüğüm, en az bir kitabını tekrar okuduğum yazarlar vardır. Çocukluğumda ya da ilk gençliğimden hatırladığım bazı kitaplara dönmek bana iyi gelir. Duygularım ve fikirlerim tazelenmiş olur bu arada. Kendime manzaralar bulurum. İçe doğru ilerleyebileceğim bir yol.


Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…)  var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?

Leonardo Da Vinci'nin Mona Lisa’sı, Claude Monet’in Gelincikler’i, Edvard Munch’un Çığlık’ı, Van Gogh’un Buğday Tarlasında Selviler’i bana çok etkileyici gelir ama o kadardır. Uzun uzun bakmayı ve bu resimlerin duygusunda salınmayı keyifli bulurum. Renklerin, çizgilerin kullanımı ressamının düşüncelerine beni yaklaştırır. Şükrü Erbaş’ın “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz” şiirini de benzer şeye yol açar bende. Issız dağ yollarını, kavaklı küçük kasabaları, üç beş evin ışığının yandığı o küçük evleri düşündüğümde ne hissediyorsam derinimde, bir duygudan bir fikre yolculuk yaptırdıkları için…

 

Comments


bottom of page