Yaratıcılık Ritüelleri 29 / Sinem Sal: "Oturup ilham bekleyecek zamanım yok!"
"Okuma yazmayı öğrendikten çok kısa bir zaman sonra yazmaya başladım. Ajandalar dolusu öykü ve şiir yazıyordum. Tek okurun kendinken yazdığında, çok satanlarda bir numara oluyorsun ve asla ana akım bir şey yazmadığını da biliyorsun. Muhteşem bir his. Yazarlık; müzisyenlik ya da tiyatro oyunculuğu gibi değil. Yazdığın şeyler farklı zamanlarda farklı mekanlarda tüketiliyor. Yazarla okur arasındaki iletişim kesintisiz ve bazen haberli bazen habersiz devam ediyor. Her iki dönem için de hiç havalı olmayan ama son derece hakiki bir cümle kuracaksam
şöyle derim: Yazmayı çok seviyorum."
Yaratıcılık Ritüelleri'nde Semrin Şahin bu hafta Sinem Sal'ı ağırlıyor.
Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?
Bu ritüeller benim için oldukça rasyonel şeyler. Bu soruların tamamını roman yazmadan önceki ritüellerim üstünden cevaplayacağım. Roman yazmaya başlamadan önce ana hikâyemin, ana hikâyemin bölümlerinin, detaylı karakter analizlerinin olduğu birkaç dosya oluştururum. Bunu hem Excel’de hem de duvarda bir pano hâline getiririm. Bölümlerin kaç vuruş olacağı, neyin nerede gerçekleşeceği, olayların akışı bellidir. Seçtiğim mekâna dair görselleri Pinterest’te romana dair oluşturduğum klasörde depolarım. Sonra tüm bu planlar değişebilir. Değişir hatta. Ama evren kurmak için bunlar gerekiyor. En zorlayıcı kısmı burası. Yazmaya başladıktan sonraysa işler iyice kolaylaşır. Sorunun asıl niyetine dönecek olursam Philip Glass açarım en başta. Ama bölümlere girdikçe her bölümün tek şarkısı olur. O tek şarkıyı üst üste dinleyerek bölümü tamamlarım. Fincandaki kahvenin sürekli sıcak kalması gerekir. Bu da mutfakla salon arasında yürürken yeni fikirler bulmamı sağlar. Benim yazabildiğim neredeyse tek zaman sabahları. Çok erken uyanırım ve saat 11’e kadar yazacağımı yazmış olurum. Günün kalanı genellikle kitabın dosyasıyla geçer. Kitabın dosyasına kitap okumak, film izlemek dahil.
Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?
Yazar tıkanması yaşamayacak kadar yoğun çalışıyorum. Yani oturup ilham bekleyecek zamanım yok benim. Yazmaya karar verdiğimde onu yazabilecek zamanı ve imkânı yaratayım yeter. Bir romana başladığımda bunu uzun uzun zamanlara yayarak yazamam. Hem onun atmosferinden çıkmak romanıma iyi gelmez hem de benim hafızam böyle bir çalışma disiplinini kaldıramaz. Bu sebeple romana başladığımda birkaç ay sabahlarımın boş olması tek ihtiyacım. Yine de tabii romanı yazarken eğer kaygılanmışsam ve bir şekilde durmuşsam o zaman yeni bir şarkı keşfetmeye, iyi bir film bulup izlemeye çalışırım. Bir oyun, bir müzik grubu, bir kitap her şeyi değiştirebilir o sırada. Zaman zaman da yine az önce ritüelim olarak saydığım Philip Glass’a da dönerim.
Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?
Edebiyat tüketicilerinin çağdaş ve yerli yazarlara dair muhafazakâr bir tutumu olabiliyor. Mesela müzik, alanı gereği, canlı tüketime alan açıyor. Bu sebeple daha çok tercih edilebilir. Görünür olma kısmı burada yaşayan ve Türkiyeli yazarlarla ilgili genel bir dert olabilir belki. Ama bu konuda çok fazla yakınırsam da okura haksızlık etmiş olurum. Görünür olmakla ilgili büyük bir engelle karşılaştığımı söyleyemem. Buradaki engel daha çok zaman ve imkanlarla ilgili. Fakat gündüzleri bir işte çalışanlara öneride bulunabilirim. Akşamları eve gelince 20 dakika kadar uyuyun, sonra dişlerinizi fırçalayın, üstünüzü değiştirin. Yeni bir gün daha başlatın. 24 saati ikiye bölerek çalışmak da mümkün. Zamanla ilgili sorunumun üstesinden bu şekilde geldim. İlk günden bu yana çok insanın desteği oldu. Fakat medyanın olmadığı şu günlerde en büyük destek okurdan geliyor.
Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?
Okuma yazmayı öğrendikten çok kısa bir zaman sonra yazmaya başladım. Ajandalar dolusu öykü ve şiir yazıyordum. Tek okurun kendinken yazdığında, çok satanlarda bir numara oluyorsun ve asla ana akım bir şey yazmadığını da biliyorsun. Muhteşem bir his. Yazarlık; müzisyenlik ya da tiyatro oyunculuğu gibi değil. Yazdığın şeyler farklı zamanlarda farklı mekanlarda tüketiliyor. Yazarla okur arasındaki iletişim kesintisiz ve bazen haberli bazen habersiz devam ediyor. Her iki dönem için de hiç havalı olmayan ama son derece hakiki bir cümle kuracaksam şöyle derim: Yazmayı çok seviyorum.
Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?
Sabahları yazmak benim için de vazgeçilmez bir rutin. Ama ilk kez bu yaz bunu kırmayı denedim. Sonuç: Eh. Yazarken elimin altında kesinlikle kitaplar okur. Hatta çok sayıda kitap olur. Fakat hepsi o sırada yazdığım romana göre değişir. Bunların bazıları kurgu, bazıları kurgu dışı kitaplar. Yerini asla kaptırmayan türse şiir.
Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo, öykü, şiir, beste vs…) var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?
Bu sorunun cevabı her beş yılda bir değişir. Başucu kitaplarım başucumda yıllanmadı. Aslında kronolojik olarak bu kitapları sıraladığımda birinin benim tarafımdan anlaşılmasının sebebi de bir öncekini okuyup anlamış olmamdan geçiyor.
Comments