Yaratıcılık Ritüelleri 37 / Sinan Sülün: “Yaratıcılığın, iyilik gibi, bulaşıcı ve dönüştürücü bir gücü olduğuna inanıyorum.”
“Engelleri aşmak bazen imkânsız olabilir, onları değiştiremem veya yok edemem. Ancak, suyun akışı gibi onların etrafından dolanabilir ve kendi yoluma devam edebilirim.
Bruce Lee’nin 'Su gibi ol dostum. Su bir kaba girerse, o kabın şeklini alır. Akabilir ya da sert olabilir.' sözü, tam olarak benim yaklaşımımı özetliyor diyebilirim.” Yazarların yaratım süreçlerine odaklanan Yaratıcılık Ritüelleri söyleşilerinde Semrin Şahin bu hafta Sinan Sülün’ü ağırlıyor.
Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?
Çalışma biçimleri olarak insanlar genelde ikiye ayrılıyor: early bird ve night owl. Ben early bird olanlardanım. Sabahın erken saatleri, yaratıcılığımın zirvede olduğu zamanlar. Hayatım boyunca en verimli ve etkin saatlerim sabah 6 ile öğlen 12 arası oldu. Bu yüzden de kitap yazarken her zaman sabah erken kalkıp, durmaksızın çalışırım. Ritüel sayılır mı bilmiyorum, ama odaklanmamı artırmak için yazmadan önce çalışma alanımı düzenlerim. Odamı toparlar, masamı hazırlar, kendime bir kahve yaparım. Ardından zihnimi rahatlatacak bir müzik açarım, genellikle bu piyano olur. Sonra da yazmaya başlarım.
Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?
Yaratıcı tıkanmalar, bazen kaçınılmaz oluyor. Ancak, zihnin akışını tekrar başlatmanın yollarını bulmak gerekir. Benim için bu, yüzmek ve yürüyüş yapmak. Murakami’nin "Koşmasam Yazamazdım" kitabındaki gibi, "yüzmesem yazamazdım" diyebilirim. Yüzme, zihnimi açıyor, vücudumla zihnim arasında bir denge kuruyor. Suyun içinde olmak, zihnimdeki tüm düğümleri çözüyor ve yaratıcı enerjiyi yeniden açığa çıkarıyor. Fiziksel hareket, zihinsel akışkanlığı artırır, bu yüzden yürüyüş de benim için mükemmel bir çözüm.
Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?
Uzun yıllar kurumsal dünyada çalıştım, beyaz yakalı olarak. Bu, elbette yazma biçimimi ve yaratıcılığımı etkiledi. Zaman kısıtlamaları, yoğun iş temposu gibi engeller hep vardı. Ancak bu süreç bana iki önemli ders verdi: zamanı etkin kullanmayı ve kendi içsel motivasyonumu yaratmayı. Engelleri aşmak bazen imkânsız olabilir, onları değiştiremem veya yok edemem. Ancak, suyun akışı gibi onların etrafından dolanabilir ve kendi yoluma devam edebilirim.
Bruce Lee’nin “Su gibi ol dostum. Su bir kaba girerse, o kabın şeklini alır. Akabilir ya da sert olabilir.” sözü, tam olarak benim yaklaşımımı özetliyor diyebilirim.
Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?
Yazmaya ilk başladığımda hissettiğim heyecan çok yoğundu. İnsanın yazdığı bir şeyi başkalarının okuması, sizinle aynı duyguları hissetmesi, büyük bir sorumluluk gibi gelir. Zamanla bu duygular evrildi. Artık yazmak, daha derin bir içsel süreç oldu. İlk başta yazdıklarımı paylaşmak savunmasız bir istakoz gibi hissettiriyordu, kabuğunuzu açıyorsunuz ve dış dünyaya tüm hassasiyetinizle kendinizi gösteriyorsunuz. Ama yazdıklarımın nasıl karşılanacağına dair endişeler zamanla yerini daha büyük bir güvene bıraktı.
Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?
Sabah yazmayı tercih ediyorum. Günün en sakin ve berrak olduğu saatlerde yazmak, zihnimdeki düşünceleri en saf haliyle kâğıda dökmemi sağlıyor. Belli kitapları elimin altında tutmuyorum, ama yazacağım konuya göre öncesinde araştırma yapıyorum. Örneğin, "Kırlangıç Dönümü"nde Asperger sendromlu bir karakteri yazarken, bu konuda bilimsel kitaplar okumuştum. Araştırma, yaratıcılığı destekleyen bir temel sağlıyor. Bunun dışında, şiir okumak yaratıcılığımı besleyen bir unsur.
Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…) var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?
Kıskanmak yerine, yaratıcı insanlara hayranlık duyuyorum. "İyi ki bu eserleri yaratmışlar ve ben de bu deneyimden faydalanabilmişim" demek bana her zaman daha anlamlı gelir. Onların yarattığı dünya, benim dünyamı da zenginleştiriyor. Yaratıcılığın, iyilik gibi, bulaşıcı ve dönüştürücü bir gücü olduğuna inanıyorum. Eğer onlar var olmasaydı, belki de kendi yaratıcı yollarımı bulmak bu kadar mümkün olmazdı. Sanatın her disiplini, insanın kendini ve dünyayı keşfetme çabasında bir köprü kuruyor ve ben bu köprüleri inşa eden herkese derin bir minnet duyuyorum.
Comments