Yaratıcılık Ritüelleri 43 / Sepin Sinanlıoğlu: “Yazdıkça sadece kendimi değil hayatı da farklı idrak ediyorum.”
“Hem sosyal hem de içine kapanık bir mizacım var, üst üste çok insanla görüşünce tıkanırım. Yılbaşı arifesinde oldu mesela. Önceden belirlenmiş olsa da bazı programlara katıl(a)madım, eşofmanımı çıkarmadan evde oturdum ve çalıştım. Evde oturmak bana hep iyi gelir. Bir de yürümek.”
Semrin Şahin Yaratıcılık Ritüelleri’nde bu hafta Sepin Sinanlıoğlu’nu ağırlıyor.
Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?
Yazmak için bana gereken şey yalnız olmak, o da sabahları mümkün. Çocukları okula gönderince duşumu alır, giyinir, kendimin ne kadar küçük olduğunu hatırlatan bir şey var, onu yapar ve hemen masama otururum. Çok kahve içiyorum azaltmam lazım ama bir de illa filtre kahve koyarım. Onu bile beklemez hemen otururum masaya. Başka şansım yok.
Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?
Pek olmaz, ilham beklemem, gün içinde hep çalışırım. Tıkanmışsam word’den çıkar, excel dosyalarıma geçer, excel’deki çalışma sayfalarım arasında dolanır, aldığım notları tarar, okumam gereken bir şey okur, araştırmam gereken bir konuya bakar, yine metinle alakalı bir şey yaparım, en olmadı yazacağım başka bir şeye geçerim. Hep çalışırım.
Sadece üst üste kalabalıklara girmek zorunda kalmışsam zihnimde bir ağırlık olur ve bu yazımı etkiler. Yalnız ve sessiz kaldığımda geçer. Arkadaşlarım arasında “mağarasına girdi yine” diye geyiği yapılır. Dedikleri gibi mağarama girince işler yoluna girer.
Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?
Tek başına ebeveynlik yapan iki çocuklu bir kadınım ve yazıyorum. (Cümle bu kadar.) Yapacak bir şey yok, aşırı disiplinli ve çok çalışkan bir insanım, ukalalık için söylemiyorum, zamanı disiplinli ve verimli kullanırım, sıkı çalışırım. Annem çocuklar konusunda en büyük destekçim, sıkıştığımda o koşar gelir.
Hem sosyal hem de içine kapanık bir mizacım var, üst üste çok insanla görüşünce tıkanırım. Yılbaşı arifesinde oldu mesela. Önceden belirlenmiş olsa da bazı programlara katıl(a)madım, eşofmanımı çıkarmadan evde oturdum ve çalıştım. Evde oturmak bana hep iyi gelir. Bir de yürümek.
Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?
Değil sanırım.
Yol almak demeyeyim ama yaş aldıkça, yazdıkça kendi dehlizlerime giriyor ve sadece kendimi değil hayatı da farklı idrak ediyorum. Bu idrak de herhâlde sadece yazdıklarıma değil, her yaptığıma nüfuz ediyordur. İnşallah.
Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?
Sabah yazar, gece okurum. Küçük çocuğum büyüdüğü için artık o uykuya geçince de yazabiliyorum, daha doğrusu yeni bir şey yazmıyorum o saatte ama yazdıklarımı okuyup düzeltebiliyorum, eskiden onu yatırırken uyuyakalırdım, bu mümkün olmazdı.
Geceleri yazmıyorum ama tam uykuya geçerken çok acayip şeyler oluyor zihnimde, bazen onları not ediyorum. Bu da yazmak sayılır herhâlde.
Yazarken kurgu okumayı bırakmam, elimin altında ise yazdığım konuyla alakalı kurgu dışı kitaplar, makaleler, sahaflardan bulduğum eski gazete ve dergi yazıları, sergi katalogları, haritalar vs olur. Bunlar da metnin kendisi kadar benim oyuncaklarımdır.
Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo, öykü, şiir, beste vs…) var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?
Edebiyatta yapıtın kendinden çok onu üretenin meziyetlerine özenirim. Stephen Jenkinson’ın Come of Age’indeki derinliği ve netliğine mesela ya da sanatta Leonardo da Vinci’nin dehasına.
Müzik ise bambaşka. Konser diye bir şeyin olabilmesi, müziğin eş zamanlı birlikte icra edilebilmesi, dinleyicinin müzisyene katılımı beni büyülüyor. Edebiyatta yazar ve okurun zihni bunu başka bir seviyede yapıyor ama eş zamanlı değil (en azından lineer zamana göre). Beni sevdiğim şarkıları yaratmaktan çok dinleyiciyle birlikte icra edebilmek çok-çok-çok heyecanlandırırdı. Düşünmesi bile iyi geldi.
コメント