Yedi Meşalecilerin Hikâyeci Meşalesi
Kimi lise kimi üniversite öğrencisi olan yedi gencin kitap çıkararak başlatmak istedikleri bir edebi hareket Yedi Meşaleciler. Altısı şair olan Yedi Meşalecilerin tek hikâyeci meşalesi Kenan Hulusi Koray, gotik edebiyatın da bizdeki ilk temsilcilerinden. Bu yanıyla grubun en özgünü. Tifüs salgını diğer adıyla sarı humma ile sonlanan otuz yedi yıllık bir ömür. İthaki Yayınları tarafından okurla buluşturulan Bir Yarasa Bir Kıza Aşık Oldu kitabının Pandemi döneminde çıkması da manidar. Son dönemde özellikle çocuğa, kadına, doğaya yönelen şiddetin yükselişi, insanların sosyal mesafe alırken duygusal bağlarının çözülüşü, yalnızlığa itilmeleri, yaratılan korku iklimi bilinen birçok distopyaya rahmet okutacak cinsten. Bu noktada tam da öykülerin atmosferiyle uyumlu günler yaşıyoruz.
Atmosfer yaratmak
Eserdeki on dokuz öyküye hâkim olan gotik havayı kasvetli mekânlar ve kötücül öykü kişileri besleyip büyütüyor. Mezarlık, orman, koruluk, hastane, han, kütüphane gibi mekânlarda gerçekleşen ölüm, çürüme, hastalık, gizemli bir kayboluş bu tekinsiz atmosferleri bir ağ gibi örüyor. Merak korkudan ağır basıyor ve bir saat gibi işletiliyor.
Teknik gücüyle ayakları üzerinde sapasağlam duran bazı öyküler bir iki adım öne çıkıyor, diğerlerinden.
Bir Garip Adam öyküsünde zaten garip olan Yusuf, “Senin ölümün bir ağaçtan olacak.” cümlesini bir Çingene kadının ağzından duyar ve hepten garipleşir. Leitmotive olarak tekrarlanan bu cümle onu girdap gibi içine çeker. “Ağaçların yıldırım yemiş gibi kökten sökülerek üzerine kapandığını hisseden Yusuf, kafasında mütemadiyen dalların kımıldandığını duyar.” Doğa ve toplum onu ölüme sürüklemek için örgütlenmiş gibidir. Tıpkı Yaşar Kemal‘in Yılanı Öldürseler romanında bir çocuğun annesini öldürmeye kadar varan, hastalıklı bir ruh haline evrilen, sancılı sürecini akla getirir. Öyküde sanrı ve rüyalar, psikolojik etkiyi güçlendirir, dramatik atmosferi sağlamlaştırır. Yusuf’u bu hastalıktan kurtarma çözümü olarak acı acıyı söker misali köylünün onu korucu olarak seçmesi, Yusuf’un da bunu kabul etmesi beklenen sonu hazırlar.
Karakterler yalnızlık, hastalık, karamsarlık gibi hisleri derinlemesine yaşarlar. Doktorlar ve yarı deliler tekinsiz atmosferlere can veren başat kahramanlardır. Sazlık öyküsünde tutkulu bir aşk ve yarı deliye dönüşen Ali Reis’in hazin sonu bir sazlık etrafında geliştirilir, toplum tüm önyargılarıyla, çekememezliğiyle onların yaşamına müdahildir. Metin Erksan da senaryolaştırılmaya uygun bir öykü olarak görmüş ki 1975'te kırk beş dakikalık bir sinema filmine dönüştürmüş.
Öykülerde kullanılan benzetmeler hem gotik ortamı hem de türün kendisini güçlendiren unsurlardır. “Neredeyse bu gözlerin hemen hemen evlerinden fırlayarak ayaklarının ucuna düşeceklerini, orada birtakım akrobasi hareketleri yaptıktan sonra tekrar koltuklarına çekilmek üzere yürüyeceklerini zannetmişti. Bunlar birer göz değil tıpkı deniz altında yaşayan iki mahlûktu.” (Köyde Cinayet, s.71)
“Gece hafif ve serin bir rüzgârın omzunda içeriye doldu. .” (Bir Mezarcının Hayatı, s.106)
“Arkada mor bir ufuk var. Sanki sema gözleri altına gökten bir yumruk yemiş.” (Bir Cinayetin Hikâyesi, s.110 )
Alt metinler / Göndermeler
Bir Yarasa Bir Kıza Âşık Oldu öyküsünde doktor tekinsiz bir çiftliğe hastayı tedavi etmek için gider. Gitmeden uyarılır çünkü orada dünya telaşından elini eteğini çekmiş, kuş enstitüsü kurmuş, münzevi bir profesörün yaşadığı bilinmektedir. Çiftlik Wells’in (Zaman Makinası) distopik romanındaki ortama benzetilir. Bütün deniz kazalarının bu çiftlik önünde geçekleştiği söylentisi de bu tekinsizliği besler. Çitlikte kızıyla yaşayan profesör, kızının hasta olması nedeniyle yardım istemektedir.
Profesör hasta kızının durumunu açıklamak için kendi geçmişine uzanır. Bu geçmiş 1340 ile 1450 arasında yaşamış bir Bizans tarih yazarının Ayasofya’dan Vatikan Kütüphanesi’ne aşırılmış kitabındaki Permos kasabası, Permos Manastırı’nın hurafelerle dolu öyküsüne taşır önce okuru. Ordan da Andronikos’un Papa'ya hediye ettiği mavi taşın öyküsüne. Bu alt öykülerle sarmalanmış doktor, profesör ve kızı arasındaki öykü de yarasaların, belli belirsiz ortada dolaşan hayaletlerin kollarına teslim edilerek sonlandırılır.
Dirilen Mumya öyküsünde Sayda Kralı Zabnit’e ve onun ihtiraslı aşkına; Doktor Popen’in Karısı’nda şarkıcı-oyuncu Zarah Leander’in bir şarkısına uzanarak öykülerin çapını da genişletiyor.
Ölüme yakın, korkuya mesafeli
Korkunun ecele faydası yok ve mutlak son elbet herkesi bir yerde yakalayacak. Öykülerin ortak noktası ölümün bir şekilde birilerine uğraması ve onları da yanlarına alıp gitmesi.
“Bir gün hepimizi ilerde bekleyen ölüm, o kadar güzel olarak kanatlarını açmıştı ki uyandıracak olsaydım bu kanatların birdenbire havalanarak başka bir tarafa gideceklerini zannediyordum .” (Bir Yarasa Bir Kıza Aşık Oldu, s.172) Kenan Hulusi Koray ölüme bakışını bir öyküsünde şiirsel bir şekilde böyle ifade ediyor. Bu bakış öyküleri korkuya değil, merak ve gizeme daha çok yaklaştırıyor. Hayret ve inceden inceye duyurulan ürperme okura eşlik ediyor.
İthaki Yayınları'nın 'Bizim Hikâye' dizisi 1850’lerden 1950’lere kadar öykücülüğümüzün verimlerini bir araya getirerek geçmişten bugüne seslenen öykücülerimizi yâd ediyor. Kenan Hulusi de kısacık ömrüne birçok öykü sığdırmış, eserlerinden pek de sık söz edilmeyen değerli yazarlardan. Öyküleri hem gotik edebiyatı hem de öykü türünü sevdirecek nitelikte. Toprak incitmesin, onu bağrında sarıp sarmalasın, yazarımız öyküleriyle aramızda dolaşsın.
BİR YARASA BİR KIZA ÂŞIK OLDU
Kenan Hulusi Koray
İthaki Yayınları, 205 s.
İstanbul, 2021.
Opmerkingen